Pazartesi, Temmuz 26, 2010

bu akşam bütün meyhaneleri gezesim var istanbul'un...

            dünümü bugüne, bugünü yarına dikmeye çalışıyorum. ve yine o melun söz geliyor aklıma terzi kendi söküğünü dikemez diye... ustalar haklı diyesim geliyor, başkalarınında benzer yollardan geçtiğini değinmek sanki yaşananı basitleştiryor. yalnız değilim demek gibi gibi... bunları derken bile umrumda olmuyor aslında. kendimce oyun oynuyorum. yine herkesin oynadığı bir oyunu... inanıyormuş gibi bile yapamıyorum çoğunlukla  aklımda yer alan kırşıklar gün geçtikçe artıyor ve  zihnim yaşlanıyor. bedenimden önce zihnim...  bir yerde mutlu olan insanların olduğuna inanıyorum, inanmakla kalmayıp kendime bunu devamlı hatırlatıyorum. onları bulmak aramak istemiyorum mutluluğun formülü olacağını, buldukları sırları istemiyorum. masalım o kadar uzun boylu olmuyor yani. sadece bir yerde varlar ve kimseye çaktırmıyorlar varlıklarını. şirinler gibi(: hayalımdekı masalım bu benim işte. kaf dağının ardı olmasada heresin kendi yolunu bulması... oldukça kısa boylu , realitesi yüksek, inanışı kolay, arayış uyandırmayan. zaten çocukken ne pamuk prensese inanmıştım  ne de kurbağ prense. öptüğümün kurbağ olduğunu , karşımdaki farklı hayal etmeyi yada değişceğini ummadım. öpüyorsam kurbağayı öptüm. ya da pamuk prensesin cücelere olan anaçlığı beni hep aştı. sanırım çocukken kodlanıyor bir şeyler. yatağın altında öcü aramaktan kendi içimize bakamıyoruz belki. neden sonuç ilişkisi saplantılı yapıyor bizi? çerçevelerde dolaşan anlık mutlulukları arıyoruz. ara nağmeler kaçıyor. ve artık beni yaşlandıran bu farkındalık oluyor. hayat hep kafa buluyor bizimle yani. beni ben yapan ara nağmelerken, ara nağmelerin kralı gelse umrumda olamıycak kadar alışmış bulunuyorum. alışmak en çok canımı sıkıyor... alışmak, alıştığımın farkında olmak... belki kapanmayan ara nağmelerim var? açıp kapamak zor gelmiştir bana kesin. açmışsam öyle bırakmış olabilrim. arada tutar üşengeçliğim sırf yarım bırakmak için yarım bırakabilirim. her şeyde bir anlam aramasamda,anlamlı olcak diye kafayı çizmesemde ama olmalı birşey sorusu sorulmamalı yinede sanki. öylesine kalmalı belki... çok bir şey değilde hiç bir şey bekleyememek rahatsız ediyor sadece...

Pazar, Temmuz 18, 2010

yumurta mı tavuktan çıkar tavuk mu yumurtadan?


                    herşeyin ters giderekten çevremdeki hayatların tepetaklak oluşunun ardından etrafıma bakındım. bazı şeyler domino taşları gibi birbirini tetiklerken sigaramı yakmış olayları izledim. olana engel olunmuyordu ve ben izlemekten hiç keyif almıyordum. insanlar her daim tuhaftı... sigara içmek sanki bir eylemdi ve benim tek yapabildiğim o eylemi tek kişilik prostesto niyetine gerçekleştirmekti.
    her olayın bir nedeni var mıydı? hayırlara vesile olur muydu? o yaşananlardan sonra gelen hayır yaşanan o kadar acıyı boğar mutlak huzura erdirir miydi? dahası sen içten içe buna inanır mıydın? her şeyin ne gibi bir anlamı olabilirdi ve devamlı mesaj kaygısı güden insanlar değil hayat mıydı? insan değil mi ki bir bardaktan yola çıkıp evrensel bir yargıya varıyordu, olmayan bardağı varsayamadım ama elindekini kırmayım dedim. elimde bardak olmadığını çaktırmadım. bardak boş mu dolu mu? yumurta mı tavuktan çıkar tavuk mu yumurtadan? bananeydi. kader dediler ne kaderi dedim. kendini kontrol edemezken insanları etmeye çalışıp olayların elinde patlaması hangi kader açılmına uyardı? sonra yaşanan olayları bizzat üstlenenleri gördüm. olaylardaki figüranlardı ve hayat onlar için devam ediyordu. sahip olmadığın bir acıyı benimsemek hangi gereklilikten doğardı? bu ilgi alaka nerden peydah oluyordu? iyice bir baktım, onlara neydi? ne oyunu yazdım ne oynadım. fikrimi eylemimi soran olursada sana ne demek istiyorum şimdi. kır şu elindeki bardağı demek istiyorum, yoksa ben alıp vücuduna eklemliycem. yok bardak falan, bardaktaki doluluk hesabı boşver. içtiğin kadar tükettiğin kadarına ihtiyaç duyarsın. yumurtadan tavuktan sana ne? al proteini bak işine. demiyorum diyemiyorum... hür irade var diyorum, saygı diyorum, uzak duruyorum... sigaramı yakıyorum, bu filmi sevmedim paramı geri istiyorum...

Cumartesi, Temmuz 03, 2010

pause tuşu

           bu hafta oldukça gergindim. ben gergin olduğumda ejderha kesilmiyorum pek. susuyorum bana bulaşmasınlar diye. adımı 3 kere söylemeyince bakmıyorum falan. isteklerinden vazgeçerler belki diye umuyorum. gerginim laf dinle uzak dur yani. karnımdan konuşup takıyorum herşeye işte. enerjimi böyle atıyorum. sebepsiz çıkışmalardan hoşlanmam, pardon sinirliydim mazereti kendimi stres topu gibi hissetmeme neden olur.
           bugün haftanın rehabeti ve çevirdiğm dolaplar yolunda gidince ilk yarı bitti diye bir oh çektim. hafta boyunca cevizlibağda yer alan ülker fabrikasına sövdüm, o koku yuva hasreti dolduruyor içimi. o kadarda sevmem tatlı ama kokuya zaafım var. neyse şehir merkezinde sanayileşmeye karşı olmakla haklı olduğumu tasdikledim. sonra klasik bir çalışan olarak patronuma sövdüm. kendisi en sonunda benim pc ye de el atmış, F klavye yapmış. sanki kendisi kullanıyor pc yi! dünyayı F kalvye kurtarcakmış... iş arkadaşımın devamlı olarak iş bırakma beyanlarına tepkisiz kaldım, malum sonuç yoktu. artık sıkıldım bir anlasa... bırak sektör kurtulsun dedim yok, çalış dedim yok. ne bekliyorsun ki! çalışmak çok iyi bir şey olsa para vermezler zaten yani... tüm bunlara tepkisizdim kendime konsatreydim ki ev sahibim bu denklemi bozdu. içimden freddy yada alien benzeri bir şey çıktı. olayda şuydu haber vermeden eve tesisatçı yollamış. aranıyon mu düşünceli adam demeyin, aylardır sayesinde yan meslek olarak su tesisatçı oldum. bu halede alışmıştım odamda alet çantam bile vardı. kaç gündür eve geç gelmenin rehabetiyle aklımca nacizene ben yatağım olarak iki kişilik bir randevu ayarlamıştım.oysa zilin çalmasının hayırlı olmadığını anlamalıydım. eve gelen diğer insanlar ev arkadaşım olup geri kalan diğerler ise zille muhattap olmadığımı bilen dostlarım olduğundan önce ararlar beni. 40 larında tesisatçıyı görüp abla prize şunu soksan da ısınsa deyince. bendeki ısı prize ihtiyaç duymadan yükseldi. tesisatçı masumdu azcık nasibini aldı ama. nerden biliyorsun da geliyorsun eve ya olmasaydım kısmına ev sahibi her akşam 8de evde onlar demiş. bu son damlaydı ev sahibimi arayıp kendisnin dışarda ve şen kahkalar eşliğinde olduğunu anlayınca ağzımdan çıkan kelimelre hakim olamadım. hayır sövmedim, ezdim. sizden bir şey rica edebilirmiyim diye başladığım cümleme evde bekçi değil kiracı olduğumu, evde ben bile kaçta olucağımı bilmezken nasıl böyle kehanetlerde bulunduğunu, ayrıca son koz olarakta duygu sömürüsü ekledim bu ev bayan evi dedim. malum tesisatçının sapık olma olasılığı vardı, evet çok film izledim ne olmuş... sonuç olarak haber vermenin nezaket dışı bir ihtiyaç olduğunu anımsattım.
          içimdeki alien rahatlamış halde iç dünyama geri döndü. sonuç olarak istemsiz bir şekilde konuşmaktan çenem ağırdı. zaten yorgundum. keşke pause tuşu olsa... 3 dilek hakkım olsa kesin bunu isterdim sanırım... Click ne güzel filmdi ya...

Çarşamba, Haziran 30, 2010

kelebek hareketi

    istanbul u kelebekler bastı! 3 günlük ömürleriyle hayata kafa tutan ve istanbul un nemli sıcak ve bir o kadar oksijensiz havasında peydah olan kelebekler şehir halkını hayret ve imana sevk ediyor. etrafı sel bastığında buna da şükür susuz kalıp ölmiycez arada boğulanlar oldu ama rahmet diyen halkımız, kelebeklerin bu ani başkaldırışıyla deprem ya da kıyamet bekler oldu...
     oysaki onlar hep güzel konuları tasvir ederken kullanmışlardı. kediye nankör, eşşeğe enayi anlamlarını yükleyen insanoğlu bu türe torpil geçmiş, var oluştan beri dermansız olan aşkın tasvirlerinde 'onu görünce kelebekler uçuşuyor her bir tarafımda' gibi beyanlarda kelebekleri kullanmıştı. çoğul hareketleriyle insanlarda korku uyandıran kelebeklerin bundan sonra ne tür deyimlere vesile olacağı ise merak konusu... eşkiya olup dağa çıkasım var yerine kelebek olup şehri basasım var denebilir mi acaba bundan sonra???
      kelebeklerin başı ise ısrarla konuşmayı red edip kendi halinde kanat çırptığı için bu hareketin amacını biz insanoğlu ise yine anlandıramakta... malum hiç bir şey öylesine olmaz; mesela dünyanın bir tarafında bir kelebeğin kanat çırıpışı diğer tarafta kasırgalara neden olabilir. bu sebepten olsa gerek bu çoğul kanat çırpışlarının etkisiyle biz , her gece deprem telaşesi ve gökten meteor düşecek endişesiyle uykusuz geceler geçirmekteyiz. 
    



'' Ağaçlar arasında bir ağaç, hayvanlar arasında bir kedi olsaydık bu hayatın bir anlamı olurdu..Daha doğrusu bu sorunun hiç anlamı olmazdı..Çünkü dünyadan bir parça olurduk..Bu dünya olurduk ; oysa şimdi bütün bilincimizle, bütün yakınlık gereksinmemizle onun karşısındayız..Öylesine önemsiz olan bu akıl ; İşte bizi büt...ün evrenin karşıtı yapan bu uyuşmazlığın ; Dünya ile düşüncemiz arasındaki bu.. Bu kırılmanın temeli, bu konudaki bilinçliliğimiz değil de nedir...? ''
           
                                                                                                                                   Albert Camus



           ustalar genelde haklı sanırım ha? kelebeklerin bu direnişine ben ise gıptayla baktım bir kaç gündür. 3 günlük dünyalarında var olma kaygısı güderek narin bedenleriyle kokurusuzca dolanmak her canlının harcı değildi. elindeki var olmayan zamana güvenen, kırılmaktan korkan insanların arasına özgürce karışmışlardı. ve biz insanlar yine bir telaş içinde koşturuyorduk onlara bakmadan. farketmek için çoğalmaları gerekti sanırım. kelebekleri görünce dünyamın anlamını keşfetmesemde ilahi bir anlam yükleyemedim. kendi varlığımada yükleyememiştim zaten bu durum sorun yaratmadı yani benim için. sanırım mevsimleri şaşırmışlardı. baharda uyanıp yavaş yavaş ortaya çıkmak yerine bu ani sıcakların etkisiyle şoka girmişlerdi. malum küresel ısınma var ne de olsa. dünyanın dengesini bozup kıyamet geliyor kaçınnn! demek de yine bu dengeyi bozan biz insanlara kalıyor sanırım.

 özetle hoş duruyolardı beğendim, kelebek hareketinin devamı dilerim...

Cumartesi, Haziran 26, 2010

C'ye...

        geçenlerde aklıma bir şarkı düştü. 7-8 sene önce dinlemişim. ne şarkıcıyı ne şarkının adını hatırlıyorum. şarkıda yabancı aklımda kalan bir dizeside yok ki kutsal bilgi kaynağı guugla soram. öyle pis bi durum yani... sonra aklıma sen geldin, kime sorsam dedim içimden. çünkü mır mır takılıyorum şarkıyla. günün muhtelif zamanlarında aklıma geliyor, sinir ediyor beni. bilirsin arada bir şeye sararım ben. seni düşündüm ya dedim bilse bilse C bilir bunu. o zamanlarda yanımdaydı şimdide. vazgeçtim, seninde aklına düşürmiyim dedim.
        ne kadar geriye gidersem gideyim, hatıralarımın çoğunda senin yüzün saklı... ilkokul 1di tanıştığımızda, eğitim öğretim hayatımızın ilk anları. sen öğretmen çocuğu havasına sahiptin. bilirsin makam mertebe sallamazdım ben o yaşta da... şımarık olmasamda bilmiş müdür velediydim bende(: hayatı beraber öğrenmeye başladık. ilk playback yaptığım kişiydin. daha ne ilkler var ya bizde... ajlanla minenin minesiydin. sizin evin salonunda söylerdik. kırmızı mikrofon vardı... en çok sallanan sandalyeyi severdim ben(: okullar ayrıldı bir dönem. yaz arkadaşımdın sen o zamanda. öğlen güneşinde çıkıp hava kararana dek senleydim. gazlardık birbirimizi. ilk otostobumu o yaşlarda çektim seninle, senin sayende(: hiç durmadı araba biz hep yayan ağır aksak devam ettikl yolumuza. arada soluklandık, farklı yollar seçtik. ama yollar her daim birleşti... sonra ilk telefon sapıklığımızı anımsıyorum. sizin eski evde, yine sen gazlamıştın. bende ne gazoz muşum bu arada(: bende az değildim kabul. mahallenin çocuklarıyla oynarken hile yapardım, çelme takmayı çok severdim futbolda(: şuan futbolla ilgim yok senin baya var. çocuktuk işte... ayrıca seni yüksekten atlatmıştım, sonra bahçelerden meyve araklamıştık. ayçiçeği tarlası, iğde ağacı ve yan bahçedeki ağududular... senin saçların kısacıktı benim anlamsız perçemlerim vardı. büyüdük...
          ilk kez senle sarhoş oldum. babanın rakı stoğunu patlatmıştık. o zamanlardan belliydi iyi içici olduğun. gerçi beni sarhoş görmediğini söylersin genelde. oluyorum ama kısa sürüyor etkisi... benim dünyam hep dönüyor sanırım, çarpmıyor öyle. ilk aşkımı sana anlattım. ne çileydi be! sürünmek ne kelime gün yüzü görmedim(: şimdi gülüp geçiyoruz. hayat tuhaf ha dostum? rövanşı oluyor bir şeylerin hep. o zamanki ilk aşkım şimdiki eğlence kaynaklarımdan biri... org çalmaya size gelirdim, gitarı ilk senle elime aldım. müziğe yeteneğin hep beden fazlaydı. gondol sefaları hele(: 3 defa ardarda 4 müydü yoksa? bi ucunda sen bir ucunda ben. bağır derdin o zaman daha eğlenceli oluyor. haklıydın(: ilk kez senin yüzünden dayak yiycek, ilk kez senin yüzünden birini dövücektim. ikisi de olmadı. sen dövdün bana gerek kalmadı. ne bitirm mişin ha , kız değil 10 kaplan gücünde mübarek! panço fm??? bingo+ağlamak ? servis maceraları vardı birde... celal amca, rahmetli. cuma günleri ön koltuk bizimdi. eh ben servis müdürüydüm. sen muavim(: cumaları hala çok severiz. biri kıskanıp aramızı bozmaya çalışmıştı, ben onu seç demiştim. sanki nikah kıyoruz anasını satayım! dosttuk ötesi yoktu, kontenjanıda yoktu... o zamanlarda kahramanışım bak ben. baktım bu numara tutuyor arada yaptım. sahtekarım kabul. onu seç deyip kazanan olmak iyi fikirdi. bunlar ergenlik dönemi hatıraları. hep derim hormonlar adama kafayı çok bulduru diye... hiç sıkılmadık. hatta kalabalık toplanılan gecelerde gözlerle anlaşıp ''ee biz bi dolaşalım, otur otur sıkıldık'' deyip soluğu başka kafede alır sohbet ederdik. herkesin kalkmasına yakın dönüş ve bahaneler... malum eve dönüşün saati vardı o zamanlar. kapanan sinema yolculuğunu anımsarmısın? scream vardı o zaman. ben korku filmerinden hala korkarım bu arada. sen korkmazsın bak bak ne heyecanlı dersin. köpek havlayıpta a-ha tam korku filmi gibi, gençler dağılır katil hepsini haklar tek tek deyip birlik olun lan dediğmi?  sonra üniversite... istesen olmaz aynı okul aynı bölüm, oldu. ben bin türlü şahsiyetle tanışırken seni güvenli yere emanet ettim. sizin grupta pek süt çocuğuydu canım! ama iyilerdi... ilk konser, ilk sabahlama, ilk sigara yine senleydi. mektup yazdığım ilk dostumdun. ne mektubu hatırlamıyorum ama demek o zamanlarda kelimelerle oynarmışım. sense her konuda konuşur hisleri tasvir etmezdin. ama bana torpil geçtin mavi bir kağıda mektup yazdın mor kalemle... iki rengide hala seviyorum. sanırım mor daha çok yakışıyor ha? mavi biraz soluk mu gözteriyor ne dersin beni?
     hep böyle değildi. arada uzaklaşırdık. ben dellenirdim bazen, bazen sebep yoktu. yaşam kaygısı sadece. hala fiil çekimiyle ilgili sorunun olduğunu düşünmekteyim bu arada! gelicem- kesin ifade, gelebilirim- belki... neyseki S bu durumu azalttı. kendisine bu yüzden hep teşekkür edicem sanırım.
     çok zaman geçti 20 yıla yaklaşıyoruz. uzun süredir tanıdığım biri olmaktan çok uzaksın artık, hayatımın parçası oldun. oysa neler yaşadık, değiştik. belkide hep aynı kaldık, bilmiyorum. sözümüzü tuttuk. seni bu sözden azad etmiycem, kusuruma bakma... eksilmeye hiç niyetim yok. zamana inat, hayatımıza karışan kişilerle çoğalıp daha da tadlanmayı düşünüyorum(: boş laf demem, dediğmi yaparım bilirsin. nice yıllara can dostum....

not: 1) şarkıyı buldum. birden oldu bende anlamadım. kadının adını hatırlayı verdim. hafızamı seveyim(: 10 gün düşünmüşüm bu arada. takıntı mı? kim ben mi? yok canım, bemimki unutamamak.
          ( Allanis Morrisette - Uninvited)
      2) bak o kadar vicdansız ve taş kalpli değilim. ne kadar ince olduğumu anlaman lazım okuduklarından. duymıyım bir daha!
      3) geceleri hala seviyorum, sen hafif koyverdin farkındayım. iş hayatı malum(: ben ikimiz içinde direnişteyim.( yazma saatim(: )
      4) hala o teoman konserine verdiğim paraya acıyorum. adamın canlı performansı berbat çünkü sarhoş olup sözleri unutuyor!
5..
6..
 uzar böyle....
             
                                                                                                           FİN~~

Salı, Haziran 22, 2010

dürtü

hadi, kalk gidelim!
bol bol yürüyelim, bacaklarımız bizden bağımsızmış gibi ayak uydurmaya çalışa çalışa yürüyelim. hzılı olmasına gerek yok, yetişilcek bir yer de yok. şöyle gölgede bir yer bulunca oturmayalım, yığılalım. insan tabi nihayetinde yorulur.  mesela bir kır kahvesinde soluklanalım önce meraklı gözler bizi süzer malum yabancılar hep dikkati çeker. aldırmayalım iki soda isteyelim sade, şansımıza belki limon atarlar içine birde! racona aykırı olsada çay yerine soda sıcakta iyi gider nede olsa. sonra birde tavla isteyelim malum yabancıyız okeye 4. olunmaz tak diye. piştiye hiç almazlar hele... oyunlar dostluk bağıdır müttefiğini iyi seçmeli insan. sonra belki bir amcayla söyleşiriz. derdin ne der belki. derdimiz yok hamdolsun demeli o zaman. yola düşüren merak, güneş batınca nereye kayboluyo meraklandık dert edindik bunu... bu gençlerinki iş değil der amca bey, nolucak bu yeni neslin hali? sahi nolucak bizim halimiz... öğlen güneşi kaybolunca bekleyinimiz varmış gibi ayaklanırız sonra. zengin kalkışı olmaz bizimki. bize müsade deriz belki bir kaç fotoğraf çekeriz, belki bana da yolla derler sonrasında, yollar mıyız?? mektubun alıcı kısmına 9.köyün yolun sonu kahvesi, göndereni 10. köyün yolcuları yazarız...

~~öyle özledimki bir esnaf lokantasında yol arasında bir çorba içmeyi, kır kahvesinde tavla oynamayı, çantama sığdırabilmeyi hayatı ve göremediklerimi dert edinmeyi, tanışamadıklarımı merak etmeyi...~~

Pazar, Haziran 20, 2010

          bazı şeyleri algılamam mümkün olmuyor ne yazıkki. o nasıl bir heves, ne tür bir his çözemedim gitti. mesela eskiden bir kaç arkadaş oyun oynardık biz. herkes msn de gündelik ileti değiştiren biri hakkında bir hikaye yazardı. kim nerde nasıl oyunun sanal versiyonu işte. aylaklık napcaksın...  şimdi bu durum face te var mesela. her gece ve her sabah bir iyi akşamlar, rüyanda beni gör yok günaydın iletileri dolaşıyor. çözemiyorum... yanında olan insanın yüzüne bakmayan, tanımadığı biriyle yüzyüze gelince tebessüm etmeyip, nezaket için gülenlere ya bak elin çocuğuna güldü ha ne oynak diyenler orda sevgi kelebeği, dünya barışı seven insanlar. mesela üniversiteden bir hocam devamlı evdeki kedilerinin durumlarını bildiriyor. hasta oldu çok mutusuzum, prenssesi evlendirdik düğününe bekleriz falan. kadın okulda profesör, saçlar ak falan bir ağırlığı var. hele sınavlarda hep ters köşe yapardı ki, bizdeki saygısı bu yüzdendi. bu halini görünce soğudum kadından, bütün otoritesi okuldaki tüm ağırlığı silindi gözümde. ev hayvanlarına şahsı geçtim doğurmuş gibi yaklaşman nasıl bir sapkınlık anlamam. bende kedi falan baktım. çokta severim ama neticede hayvan yani bak babası, yok ablası demenin lüzumu yok ki! yani bu durum yaş durumu falanda dinlemiyor. hele bir arkadaşım geçen yazmış face e ''sınav zamanı bugün doğum günün evdeyim ve yalnızım yarın sınavım var çalışmam gerek'' falan. bunu görünce dünyam çöktü resmen yalan dünya, kalpsiz dünya diyesim geldi. pastamı alıp kızın kapısını çalıcaktım ki vazgeçtim, evini bilmiyordum. dakika dakika gelişmeler burda özetle!  ilişkiler var birde abuk subuk çıkan kalp resimleri. kalp şekli, kırmızı gül ve pembe şeyler vs çocukluğumdan beri sevmem. bu kadar klişe karşındakine ait hiç bir özellik taşımadan yapılan işlerin nasıl sevgi alameti oluyor anlamadım. ters psikoloji daha uygun kullanımında benim için. mesela bana gül alan biri 2. buluşmayı yaşayamadı şuana dek(:
         mahremiyet diye bir şey vardı o nerde? şov misali herşey gözler önüne seriliyor. özel hayata saygı diycek gibi oluyorum arada bunun düşüncesi bile sanki ünlüyüm ha ne özel hayatı dedirtiyor bana. kendi halime kalmak istiyorum ya ben sadece. sevgilimse benim sevgilim ele ne yani? hayır birde bazıları devamlı ayrılıp başkalarıyla çıkıyor, neden devamlı koyarsın ki katalog gibi resim . bende uzun süreli ilişki yaşayamam. bir kaç ay içinde sarıyor beni hoff lar amanlar. düşününce öyle ekleyip çıkardığımı resimleri başlamadan bitmesi için sebep ya ilişkinin gibi geliyor bana. eski sevgili konusunun açılması bir ilişkide yapılmaması gereken 9 kusurlu hareketten biridir bana göre. bazılarının mantığı koy resmi aldatmasın oluyor birde. niyetine girince o resim mi tutacak anlamadım gitti. aman sevgilisi var bana sarmaz deyip ya da sevgilisi var ama bak bana asılıyor demekki mutsuz çocuk demek olabilcek en basit iki sonuç bence. birde akraba unsuru devreye giriyor ki böyle zamanlarda ki kan davasına dönebilir olaylar her an. eklemesen vay terbiyesiz, eklesen bit ton laf çıkıyor. sizin kızın sayfasında bir ton çocuk var gurbette de... (yarım bırakılan bir cümle nereye çeksen gelir) 18den küçük kuzenimin sigara içmeye başladığını face fotosundan öğrendim mesela. ailesi bilmiyor. fotoğrafta ne fotoğraf efes sponsorluğunda. kuzende zevkliymiş bu arada erkek arkadaşı pek tatlı(:  bende içiyorum sigara ama öyle memlekete gittim mi kıvranıyorum biri görcek vs vs diye. zevk falan kalmıyor yani. sanırım bu nedenle memleket ziyaretlerim hep kısa oluyor benim. bu konudaki yaptığım en büyük hata yerel bir fimayla gitcekken memlekte sigara içme teşebbüsüm oldu. muavinlerin hep sigara içtiğini düşünürüm nedense ben. sigara var ateş yok ki bilen bilir berbat bir durumdur. neyse ben gittim kapı ağzındaki muavinden ateş alıcam sotede içcem otobüse bincem. plan gayet basit, uygulanabilirliği yüksek. tam ateş istiyorum ki muavinin konuştuğu, benim arkamı döndüğüm kişi ''aa sen falancanın kızı değil misin? '' dedi. ben tabi şoka girdim. adama dönene kadar iki sn içinde babamı yoksa sigarayı mı inkar etsem bilemedim. üni.ye gelince çok değişmiştim belki tanımazdı, ama memleket küçük rast gelme olasılığımız vardı bu durum özetle hoş olmazdı. döndüm biraz lafladık tam ateş olayını kaynattım, döndüm gidiyorum adam atladı bu kez yine ''aaa sen ateş istemiştin değil mi? gel gel babana söylemeyiz'' deyip bir kahkaha attı. ben nasıl uzaklaştım ordan bilmiyorum. böyle zamanlarda deve kuşu olasın, ışınlanasım geliyor. içimden adama saydırıp, sigarayı kırdım üstüne birde. gitti nimet...yani seni tanıyıp senin tanımadıkların çok ters pozisyonlara sokabiliyor seni. herkese ajan gibi yaklaşmakta fayda var. paranoyak olmamak elde değil. kötü alışkanlıklar edinen kuzenin ablası da sevgilisi olunca başka bir kuzenim hırs yapıp patlatmış kızın face ini sonra bir ton patırdı koptu. ben tabi şoka girdim yine. anlamlanrırmadın olanı biteni. kızın yaşı çoktan gelmiş bencede sevgilisi olup, bir birey olarak elinden gelenleri yapmalıydı. bu kız hadi koydu resmi diğer kuzenim evli barklı adam ne işi var, vazife edinmiş kendine sülalenin namusunu anlamadım. namus bekçisinin sanal alemden anlayamayan annesi bile benim valideye bak neler yapıyor diye göstermiş. annem tabi bana anlattı zaten hep böyle olur kimseye söyelemeye diye başlanır, 3 maymun oynanır. ben neyseki dikkatliyim bu konularda. üniversiteye ilk geldiğimde o saflıkla yaptığım en akıllıca şey yurt telefonunu vermemek olmuştu. tabi sıkıştırdılar bir süre bende yaptım bir ali cengiz hemen. bunlara verdim numarayı beni aradılar, çıkmadım bilerek. sonra anında cepten bir tel vay efendim nerdesin bu saatlerde biz seni okumaya gönderdik falan arayın ya dedim duymuyorum ben vs vs. bi dahaki aramalarında açınca tabi haklı oldum. haklı olmak çok önemli bir fkavram olmasa da bu laf aramızda malum haklıyım deyip gereksiz çoğu konuşmadan kurtulabilirsin. ailenin senden yegane beklentisi fotosentez yapmandır eğitim hayatında. sonra münasip bir ailenin hayırlı bir evladıyla evlenip topluma yararlı nur topları yetiştirmendir. benimkiler beni kariyerist sandıkları için pek bulaşmıyorlar bu evlilik aşamasına ama teyzem olucak kadın, ana yarısı olmaktan çok uzak bir halde kendine bu konuyu görev edinmiş sanırım. iki oldu duyuyorum. bizde bir oğlan var sizde de bir kız gelin bunları eşleştirelim. sanki cins ev hayvanıyım! gelecekten tek korkum cinsi olmayan bir melezle eşleşip, kırma veletler dünyaya getirmek, soyunmdan bana geçen o asilkanın bozulması sanki! herkesin soyu bir yere dayanır öyle demeyin, en kötü ademle havvaya... benim yanımda da açmıyor kadın ki vereyim cevabımı. gel görücüye çıkcan diycekler bende peki diycem hemen. görücü meselesini kabul eden adamdan hayır mı gelir bu devirde ve ailemin benim hakkımda bilgileriyle başlanan evlilik planı nasıl bir sonuca varır merak konusu... annemin de derdi belli o da çaktırmadan sevgilim var mı diye meraklanıyor. ben istikrarla hep kariyer yapcam ben, evlilik sonra diyorum. inanıyor, inanmak istiyor. zaten bu konularda ustayım çaktırmam. ah bir bilse... sevgilsi olan kuzene ayı ayar oldum zaten, sen git üniversite kazan gurbet ellere git, sevgilin olmasın memleketten. uzaklaşınca seçenekler bu kadar artmışken yine git memlektten bul, olsun. saçmalığa bak. buluverirler çocuğun ailesini işte sen dilediğince yalanla dur. bunu geçtim şüphe uyandırıp okları benim üstümede çekiyor. bununda vardır kesinde uzakta göremiyoruz. var tabi neden olmasın ama bende kalsın.
           dış etkenlere kendini bu kadar açık hale getirmenin anlamı ne çözemedim özetle. sanal alemde bunu dillendirmek ironi mi onuda bilemedim. ama içimi döküp rahatladım(: televole falan vardı ,ben küçüktüm onları izleye izleye mi böyle olduk acaba. esra ceyhan ı izleyerek paronayak, müge anlı ile kriminal uzmanı... arz talep meselsi bu bence zaten. kimse ben izlemedim bilmem deyip komik durumlara düşmesin. meraktanda olsa bir bakmışlığın vardır illaki... bilmiyorum ama bilinç altına sızan virüsler bunlar. olayların bir yerinde kesin hata veriyor...