Pazartesi, Temmuz 26, 2010

bu akşam bütün meyhaneleri gezesim var istanbul'un...

            dünümü bugüne, bugünü yarına dikmeye çalışıyorum. ve yine o melun söz geliyor aklıma terzi kendi söküğünü dikemez diye... ustalar haklı diyesim geliyor, başkalarınında benzer yollardan geçtiğini değinmek sanki yaşananı basitleştiryor. yalnız değilim demek gibi gibi... bunları derken bile umrumda olmuyor aslında. kendimce oyun oynuyorum. yine herkesin oynadığı bir oyunu... inanıyormuş gibi bile yapamıyorum çoğunlukla  aklımda yer alan kırşıklar gün geçtikçe artıyor ve  zihnim yaşlanıyor. bedenimden önce zihnim...  bir yerde mutlu olan insanların olduğuna inanıyorum, inanmakla kalmayıp kendime bunu devamlı hatırlatıyorum. onları bulmak aramak istemiyorum mutluluğun formülü olacağını, buldukları sırları istemiyorum. masalım o kadar uzun boylu olmuyor yani. sadece bir yerde varlar ve kimseye çaktırmıyorlar varlıklarını. şirinler gibi(: hayalımdekı masalım bu benim işte. kaf dağının ardı olmasada heresin kendi yolunu bulması... oldukça kısa boylu , realitesi yüksek, inanışı kolay, arayış uyandırmayan. zaten çocukken ne pamuk prensese inanmıştım  ne de kurbağ prense. öptüğümün kurbağ olduğunu , karşımdaki farklı hayal etmeyi yada değişceğini ummadım. öpüyorsam kurbağayı öptüm. ya da pamuk prensesin cücelere olan anaçlığı beni hep aştı. sanırım çocukken kodlanıyor bir şeyler. yatağın altında öcü aramaktan kendi içimize bakamıyoruz belki. neden sonuç ilişkisi saplantılı yapıyor bizi? çerçevelerde dolaşan anlık mutlulukları arıyoruz. ara nağmeler kaçıyor. ve artık beni yaşlandıran bu farkındalık oluyor. hayat hep kafa buluyor bizimle yani. beni ben yapan ara nağmelerken, ara nağmelerin kralı gelse umrumda olamıycak kadar alışmış bulunuyorum. alışmak en çok canımı sıkıyor... alışmak, alıştığımın farkında olmak... belki kapanmayan ara nağmelerim var? açıp kapamak zor gelmiştir bana kesin. açmışsam öyle bırakmış olabilrim. arada tutar üşengeçliğim sırf yarım bırakmak için yarım bırakabilirim. her şeyde bir anlam aramasamda,anlamlı olcak diye kafayı çizmesemde ama olmalı birşey sorusu sorulmamalı yinede sanki. öylesine kalmalı belki... çok bir şey değilde hiç bir şey bekleyememek rahatsız ediyor sadece...

Pazar, Temmuz 18, 2010

yumurta mı tavuktan çıkar tavuk mu yumurtadan?


                    herşeyin ters giderekten çevremdeki hayatların tepetaklak oluşunun ardından etrafıma bakındım. bazı şeyler domino taşları gibi birbirini tetiklerken sigaramı yakmış olayları izledim. olana engel olunmuyordu ve ben izlemekten hiç keyif almıyordum. insanlar her daim tuhaftı... sigara içmek sanki bir eylemdi ve benim tek yapabildiğim o eylemi tek kişilik prostesto niyetine gerçekleştirmekti.
    her olayın bir nedeni var mıydı? hayırlara vesile olur muydu? o yaşananlardan sonra gelen hayır yaşanan o kadar acıyı boğar mutlak huzura erdirir miydi? dahası sen içten içe buna inanır mıydın? her şeyin ne gibi bir anlamı olabilirdi ve devamlı mesaj kaygısı güden insanlar değil hayat mıydı? insan değil mi ki bir bardaktan yola çıkıp evrensel bir yargıya varıyordu, olmayan bardağı varsayamadım ama elindekini kırmayım dedim. elimde bardak olmadığını çaktırmadım. bardak boş mu dolu mu? yumurta mı tavuktan çıkar tavuk mu yumurtadan? bananeydi. kader dediler ne kaderi dedim. kendini kontrol edemezken insanları etmeye çalışıp olayların elinde patlaması hangi kader açılmına uyardı? sonra yaşanan olayları bizzat üstlenenleri gördüm. olaylardaki figüranlardı ve hayat onlar için devam ediyordu. sahip olmadığın bir acıyı benimsemek hangi gereklilikten doğardı? bu ilgi alaka nerden peydah oluyordu? iyice bir baktım, onlara neydi? ne oyunu yazdım ne oynadım. fikrimi eylemimi soran olursada sana ne demek istiyorum şimdi. kır şu elindeki bardağı demek istiyorum, yoksa ben alıp vücuduna eklemliycem. yok bardak falan, bardaktaki doluluk hesabı boşver. içtiğin kadar tükettiğin kadarına ihtiyaç duyarsın. yumurtadan tavuktan sana ne? al proteini bak işine. demiyorum diyemiyorum... hür irade var diyorum, saygı diyorum, uzak duruyorum... sigaramı yakıyorum, bu filmi sevmedim paramı geri istiyorum...

Cumartesi, Temmuz 03, 2010

pause tuşu

           bu hafta oldukça gergindim. ben gergin olduğumda ejderha kesilmiyorum pek. susuyorum bana bulaşmasınlar diye. adımı 3 kere söylemeyince bakmıyorum falan. isteklerinden vazgeçerler belki diye umuyorum. gerginim laf dinle uzak dur yani. karnımdan konuşup takıyorum herşeye işte. enerjimi böyle atıyorum. sebepsiz çıkışmalardan hoşlanmam, pardon sinirliydim mazereti kendimi stres topu gibi hissetmeme neden olur.
           bugün haftanın rehabeti ve çevirdiğm dolaplar yolunda gidince ilk yarı bitti diye bir oh çektim. hafta boyunca cevizlibağda yer alan ülker fabrikasına sövdüm, o koku yuva hasreti dolduruyor içimi. o kadarda sevmem tatlı ama kokuya zaafım var. neyse şehir merkezinde sanayileşmeye karşı olmakla haklı olduğumu tasdikledim. sonra klasik bir çalışan olarak patronuma sövdüm. kendisi en sonunda benim pc ye de el atmış, F klavye yapmış. sanki kendisi kullanıyor pc yi! dünyayı F kalvye kurtarcakmış... iş arkadaşımın devamlı olarak iş bırakma beyanlarına tepkisiz kaldım, malum sonuç yoktu. artık sıkıldım bir anlasa... bırak sektör kurtulsun dedim yok, çalış dedim yok. ne bekliyorsun ki! çalışmak çok iyi bir şey olsa para vermezler zaten yani... tüm bunlara tepkisizdim kendime konsatreydim ki ev sahibim bu denklemi bozdu. içimden freddy yada alien benzeri bir şey çıktı. olayda şuydu haber vermeden eve tesisatçı yollamış. aranıyon mu düşünceli adam demeyin, aylardır sayesinde yan meslek olarak su tesisatçı oldum. bu halede alışmıştım odamda alet çantam bile vardı. kaç gündür eve geç gelmenin rehabetiyle aklımca nacizene ben yatağım olarak iki kişilik bir randevu ayarlamıştım.oysa zilin çalmasının hayırlı olmadığını anlamalıydım. eve gelen diğer insanlar ev arkadaşım olup geri kalan diğerler ise zille muhattap olmadığımı bilen dostlarım olduğundan önce ararlar beni. 40 larında tesisatçıyı görüp abla prize şunu soksan da ısınsa deyince. bendeki ısı prize ihtiyaç duymadan yükseldi. tesisatçı masumdu azcık nasibini aldı ama. nerden biliyorsun da geliyorsun eve ya olmasaydım kısmına ev sahibi her akşam 8de evde onlar demiş. bu son damlaydı ev sahibimi arayıp kendisnin dışarda ve şen kahkalar eşliğinde olduğunu anlayınca ağzımdan çıkan kelimelre hakim olamadım. hayır sövmedim, ezdim. sizden bir şey rica edebilirmiyim diye başladığım cümleme evde bekçi değil kiracı olduğumu, evde ben bile kaçta olucağımı bilmezken nasıl böyle kehanetlerde bulunduğunu, ayrıca son koz olarakta duygu sömürüsü ekledim bu ev bayan evi dedim. malum tesisatçının sapık olma olasılığı vardı, evet çok film izledim ne olmuş... sonuç olarak haber vermenin nezaket dışı bir ihtiyaç olduğunu anımsattım.
          içimdeki alien rahatlamış halde iç dünyama geri döndü. sonuç olarak istemsiz bir şekilde konuşmaktan çenem ağırdı. zaten yorgundum. keşke pause tuşu olsa... 3 dilek hakkım olsa kesin bunu isterdim sanırım... Click ne güzel filmdi ya...

Çarşamba, Haziran 30, 2010

kelebek hareketi

    istanbul u kelebekler bastı! 3 günlük ömürleriyle hayata kafa tutan ve istanbul un nemli sıcak ve bir o kadar oksijensiz havasında peydah olan kelebekler şehir halkını hayret ve imana sevk ediyor. etrafı sel bastığında buna da şükür susuz kalıp ölmiycez arada boğulanlar oldu ama rahmet diyen halkımız, kelebeklerin bu ani başkaldırışıyla deprem ya da kıyamet bekler oldu...
     oysaki onlar hep güzel konuları tasvir ederken kullanmışlardı. kediye nankör, eşşeğe enayi anlamlarını yükleyen insanoğlu bu türe torpil geçmiş, var oluştan beri dermansız olan aşkın tasvirlerinde 'onu görünce kelebekler uçuşuyor her bir tarafımda' gibi beyanlarda kelebekleri kullanmıştı. çoğul hareketleriyle insanlarda korku uyandıran kelebeklerin bundan sonra ne tür deyimlere vesile olacağı ise merak konusu... eşkiya olup dağa çıkasım var yerine kelebek olup şehri basasım var denebilir mi acaba bundan sonra???
      kelebeklerin başı ise ısrarla konuşmayı red edip kendi halinde kanat çırptığı için bu hareketin amacını biz insanoğlu ise yine anlandıramakta... malum hiç bir şey öylesine olmaz; mesela dünyanın bir tarafında bir kelebeğin kanat çırıpışı diğer tarafta kasırgalara neden olabilir. bu sebepten olsa gerek bu çoğul kanat çırpışlarının etkisiyle biz , her gece deprem telaşesi ve gökten meteor düşecek endişesiyle uykusuz geceler geçirmekteyiz. 
    



'' Ağaçlar arasında bir ağaç, hayvanlar arasında bir kedi olsaydık bu hayatın bir anlamı olurdu..Daha doğrusu bu sorunun hiç anlamı olmazdı..Çünkü dünyadan bir parça olurduk..Bu dünya olurduk ; oysa şimdi bütün bilincimizle, bütün yakınlık gereksinmemizle onun karşısındayız..Öylesine önemsiz olan bu akıl ; İşte bizi büt...ün evrenin karşıtı yapan bu uyuşmazlığın ; Dünya ile düşüncemiz arasındaki bu.. Bu kırılmanın temeli, bu konudaki bilinçliliğimiz değil de nedir...? ''
           
                                                                                                                                   Albert Camus



           ustalar genelde haklı sanırım ha? kelebeklerin bu direnişine ben ise gıptayla baktım bir kaç gündür. 3 günlük dünyalarında var olma kaygısı güderek narin bedenleriyle kokurusuzca dolanmak her canlının harcı değildi. elindeki var olmayan zamana güvenen, kırılmaktan korkan insanların arasına özgürce karışmışlardı. ve biz insanlar yine bir telaş içinde koşturuyorduk onlara bakmadan. farketmek için çoğalmaları gerekti sanırım. kelebekleri görünce dünyamın anlamını keşfetmesemde ilahi bir anlam yükleyemedim. kendi varlığımada yükleyememiştim zaten bu durum sorun yaratmadı yani benim için. sanırım mevsimleri şaşırmışlardı. baharda uyanıp yavaş yavaş ortaya çıkmak yerine bu ani sıcakların etkisiyle şoka girmişlerdi. malum küresel ısınma var ne de olsa. dünyanın dengesini bozup kıyamet geliyor kaçınnn! demek de yine bu dengeyi bozan biz insanlara kalıyor sanırım.

 özetle hoş duruyolardı beğendim, kelebek hareketinin devamı dilerim...

Cumartesi, Haziran 26, 2010

C'ye...

        geçenlerde aklıma bir şarkı düştü. 7-8 sene önce dinlemişim. ne şarkıcıyı ne şarkının adını hatırlıyorum. şarkıda yabancı aklımda kalan bir dizeside yok ki kutsal bilgi kaynağı guugla soram. öyle pis bi durum yani... sonra aklıma sen geldin, kime sorsam dedim içimden. çünkü mır mır takılıyorum şarkıyla. günün muhtelif zamanlarında aklıma geliyor, sinir ediyor beni. bilirsin arada bir şeye sararım ben. seni düşündüm ya dedim bilse bilse C bilir bunu. o zamanlarda yanımdaydı şimdide. vazgeçtim, seninde aklına düşürmiyim dedim.
        ne kadar geriye gidersem gideyim, hatıralarımın çoğunda senin yüzün saklı... ilkokul 1di tanıştığımızda, eğitim öğretim hayatımızın ilk anları. sen öğretmen çocuğu havasına sahiptin. bilirsin makam mertebe sallamazdım ben o yaşta da... şımarık olmasamda bilmiş müdür velediydim bende(: hayatı beraber öğrenmeye başladık. ilk playback yaptığım kişiydin. daha ne ilkler var ya bizde... ajlanla minenin minesiydin. sizin evin salonunda söylerdik. kırmızı mikrofon vardı... en çok sallanan sandalyeyi severdim ben(: okullar ayrıldı bir dönem. yaz arkadaşımdın sen o zamanda. öğlen güneşinde çıkıp hava kararana dek senleydim. gazlardık birbirimizi. ilk otostobumu o yaşlarda çektim seninle, senin sayende(: hiç durmadı araba biz hep yayan ağır aksak devam ettikl yolumuza. arada soluklandık, farklı yollar seçtik. ama yollar her daim birleşti... sonra ilk telefon sapıklığımızı anımsıyorum. sizin eski evde, yine sen gazlamıştın. bende ne gazoz muşum bu arada(: bende az değildim kabul. mahallenin çocuklarıyla oynarken hile yapardım, çelme takmayı çok severdim futbolda(: şuan futbolla ilgim yok senin baya var. çocuktuk işte... ayrıca seni yüksekten atlatmıştım, sonra bahçelerden meyve araklamıştık. ayçiçeği tarlası, iğde ağacı ve yan bahçedeki ağududular... senin saçların kısacıktı benim anlamsız perçemlerim vardı. büyüdük...
          ilk kez senle sarhoş oldum. babanın rakı stoğunu patlatmıştık. o zamanlardan belliydi iyi içici olduğun. gerçi beni sarhoş görmediğini söylersin genelde. oluyorum ama kısa sürüyor etkisi... benim dünyam hep dönüyor sanırım, çarpmıyor öyle. ilk aşkımı sana anlattım. ne çileydi be! sürünmek ne kelime gün yüzü görmedim(: şimdi gülüp geçiyoruz. hayat tuhaf ha dostum? rövanşı oluyor bir şeylerin hep. o zamanki ilk aşkım şimdiki eğlence kaynaklarımdan biri... org çalmaya size gelirdim, gitarı ilk senle elime aldım. müziğe yeteneğin hep beden fazlaydı. gondol sefaları hele(: 3 defa ardarda 4 müydü yoksa? bi ucunda sen bir ucunda ben. bağır derdin o zaman daha eğlenceli oluyor. haklıydın(: ilk kez senin yüzünden dayak yiycek, ilk kez senin yüzünden birini dövücektim. ikisi de olmadı. sen dövdün bana gerek kalmadı. ne bitirm mişin ha , kız değil 10 kaplan gücünde mübarek! panço fm??? bingo+ağlamak ? servis maceraları vardı birde... celal amca, rahmetli. cuma günleri ön koltuk bizimdi. eh ben servis müdürüydüm. sen muavim(: cumaları hala çok severiz. biri kıskanıp aramızı bozmaya çalışmıştı, ben onu seç demiştim. sanki nikah kıyoruz anasını satayım! dosttuk ötesi yoktu, kontenjanıda yoktu... o zamanlarda kahramanışım bak ben. baktım bu numara tutuyor arada yaptım. sahtekarım kabul. onu seç deyip kazanan olmak iyi fikirdi. bunlar ergenlik dönemi hatıraları. hep derim hormonlar adama kafayı çok bulduru diye... hiç sıkılmadık. hatta kalabalık toplanılan gecelerde gözlerle anlaşıp ''ee biz bi dolaşalım, otur otur sıkıldık'' deyip soluğu başka kafede alır sohbet ederdik. herkesin kalkmasına yakın dönüş ve bahaneler... malum eve dönüşün saati vardı o zamanlar. kapanan sinema yolculuğunu anımsarmısın? scream vardı o zaman. ben korku filmerinden hala korkarım bu arada. sen korkmazsın bak bak ne heyecanlı dersin. köpek havlayıpta a-ha tam korku filmi gibi, gençler dağılır katil hepsini haklar tek tek deyip birlik olun lan dediğmi?  sonra üniversite... istesen olmaz aynı okul aynı bölüm, oldu. ben bin türlü şahsiyetle tanışırken seni güvenli yere emanet ettim. sizin grupta pek süt çocuğuydu canım! ama iyilerdi... ilk konser, ilk sabahlama, ilk sigara yine senleydi. mektup yazdığım ilk dostumdun. ne mektubu hatırlamıyorum ama demek o zamanlarda kelimelerle oynarmışım. sense her konuda konuşur hisleri tasvir etmezdin. ama bana torpil geçtin mavi bir kağıda mektup yazdın mor kalemle... iki rengide hala seviyorum. sanırım mor daha çok yakışıyor ha? mavi biraz soluk mu gözteriyor ne dersin beni?
     hep böyle değildi. arada uzaklaşırdık. ben dellenirdim bazen, bazen sebep yoktu. yaşam kaygısı sadece. hala fiil çekimiyle ilgili sorunun olduğunu düşünmekteyim bu arada! gelicem- kesin ifade, gelebilirim- belki... neyseki S bu durumu azalttı. kendisine bu yüzden hep teşekkür edicem sanırım.
     çok zaman geçti 20 yıla yaklaşıyoruz. uzun süredir tanıdığım biri olmaktan çok uzaksın artık, hayatımın parçası oldun. oysa neler yaşadık, değiştik. belkide hep aynı kaldık, bilmiyorum. sözümüzü tuttuk. seni bu sözden azad etmiycem, kusuruma bakma... eksilmeye hiç niyetim yok. zamana inat, hayatımıza karışan kişilerle çoğalıp daha da tadlanmayı düşünüyorum(: boş laf demem, dediğmi yaparım bilirsin. nice yıllara can dostum....

not: 1) şarkıyı buldum. birden oldu bende anlamadım. kadının adını hatırlayı verdim. hafızamı seveyim(: 10 gün düşünmüşüm bu arada. takıntı mı? kim ben mi? yok canım, bemimki unutamamak.
          ( Allanis Morrisette - Uninvited)
      2) bak o kadar vicdansız ve taş kalpli değilim. ne kadar ince olduğumu anlaman lazım okuduklarından. duymıyım bir daha!
      3) geceleri hala seviyorum, sen hafif koyverdin farkındayım. iş hayatı malum(: ben ikimiz içinde direnişteyim.( yazma saatim(: )
      4) hala o teoman konserine verdiğim paraya acıyorum. adamın canlı performansı berbat çünkü sarhoş olup sözleri unutuyor!
5..
6..
 uzar böyle....
             
                                                                                                           FİN~~

Salı, Haziran 22, 2010

dürtü

hadi, kalk gidelim!
bol bol yürüyelim, bacaklarımız bizden bağımsızmış gibi ayak uydurmaya çalışa çalışa yürüyelim. hzılı olmasına gerek yok, yetişilcek bir yer de yok. şöyle gölgede bir yer bulunca oturmayalım, yığılalım. insan tabi nihayetinde yorulur.  mesela bir kır kahvesinde soluklanalım önce meraklı gözler bizi süzer malum yabancılar hep dikkati çeker. aldırmayalım iki soda isteyelim sade, şansımıza belki limon atarlar içine birde! racona aykırı olsada çay yerine soda sıcakta iyi gider nede olsa. sonra birde tavla isteyelim malum yabancıyız okeye 4. olunmaz tak diye. piştiye hiç almazlar hele... oyunlar dostluk bağıdır müttefiğini iyi seçmeli insan. sonra belki bir amcayla söyleşiriz. derdin ne der belki. derdimiz yok hamdolsun demeli o zaman. yola düşüren merak, güneş batınca nereye kayboluyo meraklandık dert edindik bunu... bu gençlerinki iş değil der amca bey, nolucak bu yeni neslin hali? sahi nolucak bizim halimiz... öğlen güneşi kaybolunca bekleyinimiz varmış gibi ayaklanırız sonra. zengin kalkışı olmaz bizimki. bize müsade deriz belki bir kaç fotoğraf çekeriz, belki bana da yolla derler sonrasında, yollar mıyız?? mektubun alıcı kısmına 9.köyün yolun sonu kahvesi, göndereni 10. köyün yolcuları yazarız...

~~öyle özledimki bir esnaf lokantasında yol arasında bir çorba içmeyi, kır kahvesinde tavla oynamayı, çantama sığdırabilmeyi hayatı ve göremediklerimi dert edinmeyi, tanışamadıklarımı merak etmeyi...~~

Pazar, Haziran 20, 2010

          bazı şeyleri algılamam mümkün olmuyor ne yazıkki. o nasıl bir heves, ne tür bir his çözemedim gitti. mesela eskiden bir kaç arkadaş oyun oynardık biz. herkes msn de gündelik ileti değiştiren biri hakkında bir hikaye yazardı. kim nerde nasıl oyunun sanal versiyonu işte. aylaklık napcaksın...  şimdi bu durum face te var mesela. her gece ve her sabah bir iyi akşamlar, rüyanda beni gör yok günaydın iletileri dolaşıyor. çözemiyorum... yanında olan insanın yüzüne bakmayan, tanımadığı biriyle yüzyüze gelince tebessüm etmeyip, nezaket için gülenlere ya bak elin çocuğuna güldü ha ne oynak diyenler orda sevgi kelebeği, dünya barışı seven insanlar. mesela üniversiteden bir hocam devamlı evdeki kedilerinin durumlarını bildiriyor. hasta oldu çok mutusuzum, prenssesi evlendirdik düğününe bekleriz falan. kadın okulda profesör, saçlar ak falan bir ağırlığı var. hele sınavlarda hep ters köşe yapardı ki, bizdeki saygısı bu yüzdendi. bu halini görünce soğudum kadından, bütün otoritesi okuldaki tüm ağırlığı silindi gözümde. ev hayvanlarına şahsı geçtim doğurmuş gibi yaklaşman nasıl bir sapkınlık anlamam. bende kedi falan baktım. çokta severim ama neticede hayvan yani bak babası, yok ablası demenin lüzumu yok ki! yani bu durum yaş durumu falanda dinlemiyor. hele bir arkadaşım geçen yazmış face e ''sınav zamanı bugün doğum günün evdeyim ve yalnızım yarın sınavım var çalışmam gerek'' falan. bunu görünce dünyam çöktü resmen yalan dünya, kalpsiz dünya diyesim geldi. pastamı alıp kızın kapısını çalıcaktım ki vazgeçtim, evini bilmiyordum. dakika dakika gelişmeler burda özetle!  ilişkiler var birde abuk subuk çıkan kalp resimleri. kalp şekli, kırmızı gül ve pembe şeyler vs çocukluğumdan beri sevmem. bu kadar klişe karşındakine ait hiç bir özellik taşımadan yapılan işlerin nasıl sevgi alameti oluyor anlamadım. ters psikoloji daha uygun kullanımında benim için. mesela bana gül alan biri 2. buluşmayı yaşayamadı şuana dek(:
         mahremiyet diye bir şey vardı o nerde? şov misali herşey gözler önüne seriliyor. özel hayata saygı diycek gibi oluyorum arada bunun düşüncesi bile sanki ünlüyüm ha ne özel hayatı dedirtiyor bana. kendi halime kalmak istiyorum ya ben sadece. sevgilimse benim sevgilim ele ne yani? hayır birde bazıları devamlı ayrılıp başkalarıyla çıkıyor, neden devamlı koyarsın ki katalog gibi resim . bende uzun süreli ilişki yaşayamam. bir kaç ay içinde sarıyor beni hoff lar amanlar. düşününce öyle ekleyip çıkardığımı resimleri başlamadan bitmesi için sebep ya ilişkinin gibi geliyor bana. eski sevgili konusunun açılması bir ilişkide yapılmaması gereken 9 kusurlu hareketten biridir bana göre. bazılarının mantığı koy resmi aldatmasın oluyor birde. niyetine girince o resim mi tutacak anlamadım gitti. aman sevgilisi var bana sarmaz deyip ya da sevgilisi var ama bak bana asılıyor demekki mutsuz çocuk demek olabilcek en basit iki sonuç bence. birde akraba unsuru devreye giriyor ki böyle zamanlarda ki kan davasına dönebilir olaylar her an. eklemesen vay terbiyesiz, eklesen bit ton laf çıkıyor. sizin kızın sayfasında bir ton çocuk var gurbette de... (yarım bırakılan bir cümle nereye çeksen gelir) 18den küçük kuzenimin sigara içmeye başladığını face fotosundan öğrendim mesela. ailesi bilmiyor. fotoğrafta ne fotoğraf efes sponsorluğunda. kuzende zevkliymiş bu arada erkek arkadaşı pek tatlı(:  bende içiyorum sigara ama öyle memlekete gittim mi kıvranıyorum biri görcek vs vs diye. zevk falan kalmıyor yani. sanırım bu nedenle memleket ziyaretlerim hep kısa oluyor benim. bu konudaki yaptığım en büyük hata yerel bir fimayla gitcekken memlekte sigara içme teşebbüsüm oldu. muavinlerin hep sigara içtiğini düşünürüm nedense ben. sigara var ateş yok ki bilen bilir berbat bir durumdur. neyse ben gittim kapı ağzındaki muavinden ateş alıcam sotede içcem otobüse bincem. plan gayet basit, uygulanabilirliği yüksek. tam ateş istiyorum ki muavinin konuştuğu, benim arkamı döndüğüm kişi ''aa sen falancanın kızı değil misin? '' dedi. ben tabi şoka girdim. adama dönene kadar iki sn içinde babamı yoksa sigarayı mı inkar etsem bilemedim. üni.ye gelince çok değişmiştim belki tanımazdı, ama memleket küçük rast gelme olasılığımız vardı bu durum özetle hoş olmazdı. döndüm biraz lafladık tam ateş olayını kaynattım, döndüm gidiyorum adam atladı bu kez yine ''aaa sen ateş istemiştin değil mi? gel gel babana söylemeyiz'' deyip bir kahkaha attı. ben nasıl uzaklaştım ordan bilmiyorum. böyle zamanlarda deve kuşu olasın, ışınlanasım geliyor. içimden adama saydırıp, sigarayı kırdım üstüne birde. gitti nimet...yani seni tanıyıp senin tanımadıkların çok ters pozisyonlara sokabiliyor seni. herkese ajan gibi yaklaşmakta fayda var. paranoyak olmamak elde değil. kötü alışkanlıklar edinen kuzenin ablası da sevgilisi olunca başka bir kuzenim hırs yapıp patlatmış kızın face ini sonra bir ton patırdı koptu. ben tabi şoka girdim yine. anlamlanrırmadın olanı biteni. kızın yaşı çoktan gelmiş bencede sevgilisi olup, bir birey olarak elinden gelenleri yapmalıydı. bu kız hadi koydu resmi diğer kuzenim evli barklı adam ne işi var, vazife edinmiş kendine sülalenin namusunu anlamadım. namus bekçisinin sanal alemden anlayamayan annesi bile benim valideye bak neler yapıyor diye göstermiş. annem tabi bana anlattı zaten hep böyle olur kimseye söyelemeye diye başlanır, 3 maymun oynanır. ben neyseki dikkatliyim bu konularda. üniversiteye ilk geldiğimde o saflıkla yaptığım en akıllıca şey yurt telefonunu vermemek olmuştu. tabi sıkıştırdılar bir süre bende yaptım bir ali cengiz hemen. bunlara verdim numarayı beni aradılar, çıkmadım bilerek. sonra anında cepten bir tel vay efendim nerdesin bu saatlerde biz seni okumaya gönderdik falan arayın ya dedim duymuyorum ben vs vs. bi dahaki aramalarında açınca tabi haklı oldum. haklı olmak çok önemli bir fkavram olmasa da bu laf aramızda malum haklıyım deyip gereksiz çoğu konuşmadan kurtulabilirsin. ailenin senden yegane beklentisi fotosentez yapmandır eğitim hayatında. sonra münasip bir ailenin hayırlı bir evladıyla evlenip topluma yararlı nur topları yetiştirmendir. benimkiler beni kariyerist sandıkları için pek bulaşmıyorlar bu evlilik aşamasına ama teyzem olucak kadın, ana yarısı olmaktan çok uzak bir halde kendine bu konuyu görev edinmiş sanırım. iki oldu duyuyorum. bizde bir oğlan var sizde de bir kız gelin bunları eşleştirelim. sanki cins ev hayvanıyım! gelecekten tek korkum cinsi olmayan bir melezle eşleşip, kırma veletler dünyaya getirmek, soyunmdan bana geçen o asilkanın bozulması sanki! herkesin soyu bir yere dayanır öyle demeyin, en kötü ademle havvaya... benim yanımda da açmıyor kadın ki vereyim cevabımı. gel görücüye çıkcan diycekler bende peki diycem hemen. görücü meselesini kabul eden adamdan hayır mı gelir bu devirde ve ailemin benim hakkımda bilgileriyle başlanan evlilik planı nasıl bir sonuca varır merak konusu... annemin de derdi belli o da çaktırmadan sevgilim var mı diye meraklanıyor. ben istikrarla hep kariyer yapcam ben, evlilik sonra diyorum. inanıyor, inanmak istiyor. zaten bu konularda ustayım çaktırmam. ah bir bilse... sevgilsi olan kuzene ayı ayar oldum zaten, sen git üniversite kazan gurbet ellere git, sevgilin olmasın memleketten. uzaklaşınca seçenekler bu kadar artmışken yine git memlektten bul, olsun. saçmalığa bak. buluverirler çocuğun ailesini işte sen dilediğince yalanla dur. bunu geçtim şüphe uyandırıp okları benim üstümede çekiyor. bununda vardır kesinde uzakta göremiyoruz. var tabi neden olmasın ama bende kalsın.
           dış etkenlere kendini bu kadar açık hale getirmenin anlamı ne çözemedim özetle. sanal alemde bunu dillendirmek ironi mi onuda bilemedim. ama içimi döküp rahatladım(: televole falan vardı ,ben küçüktüm onları izleye izleye mi böyle olduk acaba. esra ceyhan ı izleyerek paronayak, müge anlı ile kriminal uzmanı... arz talep meselsi bu bence zaten. kimse ben izlemedim bilmem deyip komik durumlara düşmesin. meraktanda olsa bir bakmışlığın vardır illaki... bilmiyorum ama bilinç altına sızan virüsler bunlar. olayların bir yerinde kesin hata veriyor...

Perşembe, Haziran 17, 2010

buharlaşıyorum

        nasıl bir sıcak ya anlamadım gitti. alev alıcam diye korkuyorum dışarda dolaşırken.çantamda bulunan deodorantdan bile patlıycak diye korkmaktayım artık. herkese canlı bomba gözüyle bakıyorum yani.  zaten çalışasım, işe gidesim yok! ilk haftanın bitiminde bu işe her gün mü gidilir??? diye sormuştum. özetle işe hiç bir zaman gidesim yok. hele bugün sıcakların duygularım üzerinde de etkili olduğunu anladım. bugün bayadır görmediğim bir arkadaşımla karşılaştım, okulda benden bir kaç dönem üsttü.  sıcaktan buharlaşmak üzereyken gel soğuk bir şeyler içelim dedi hemen kabul ettim. arkadaşımı severim, iyi çocuktur. neyse hoş beş ederken ben içimden nasıl köşeyi dönerim de çalışmam diye plan arayışındayım. sonuçsuz tabi ama insan düşünmeden edemiyor. her defasında daha önce farketmediğim bir şeyi bulucam sanki diye alamıyorum kendimi bu düşüncelerden. neyse o sırada arkadaşım çıkardı telefonu bana oğlunun resimlerini göstermeye başladı.çok sevimli olmuş kereta. neyse bu anlatıyor yumurcağın hikayelerini bende dinliyorum bir yandan dört işleme devam işte. ne düşünüyorsun falan dedi bir ara yüzüme de yanşımıs yani bu durum, ticari dedim. cevaba bak işte geleceğin iş kadını... bu ilk adım hikayelerini anlatırken haliyle aklım ona kaymaya başladı. düşünceler karıştı zaten sıcak bende disiplin yok ki düşüncemde olsun! çocuk vs vs fln düşünürken birden farkettim ki bu olay çok pahalıya mal olur. ticari düşünceden bu konuya hızlı geçiş yapmışım ki olayın ruhani boyutu düşünmüyorum yani. dayanamadım sıcağında etkisi olacak ki sordum ya dedim kaça patlıyor bu sevimli şey ayda? tabi bu güldü. ben gülmedim. anladı ciddiyim. düşündü çok dedi. ben hemen açtım bu çok lafını tabi. düşündüm çocuk devamlı büyür haliyle bir giydiği olmaz, üstünü falan kirletir yemek parası bez parası ilaç parası fln dedim. psilolojik etkenlere girmedim devamlı ağlaması ilgi beklemesi vs vs. girersem eve gitmeyip bir çocuğun daha babasız büyümesi ihtimalinden korktum. malum tohuma para veriliyormuş, öğrendim geçen hafta üst komşumdan. ben dedikçe sustu tabi telefonu cebine soktu farkında olmadan ben tabi farkedip gülmeye başladım. böylece bir aile saadetini sonlandırdım, üstüne kalpsiz ilan edildim. herşeye rağmen anladım ki çocuk yapmak hiç karlı bir şey değil. gerçi hiç bu konuyu düşünmedim zaten ya... lisede saysısal okuyan bir arkadaşım anlatmıştı o geldi aklıma hemen. düşüncemi bir zemine oturtup bilimsel açıdan baktım olaya birde...zamanında deney yaparken bunlar bakterileri bir yere koymuşlar özel hayatlarına saygı duymadan izlemişler. bakmışlar devamlı ürüyorlar. yer kalamayana dek üremiş bunlar. mart falan mıydı acaba? sonra alan sınırlı olunca ölümler başlamış. bizim akıllı atlamış hemen hocam demiş, üreme sonlansa hayat devam etse. eldeki oyuncularla yaşasak. hoca olmaz demiş, hayatın amacı bu, geldin üriyceksin. ben buna katılmıyorum arkadaş! katılana saygı duyuyorum. sıcaklarda bunalan ruhumun tek derdi tatil planları. saygı değer devlet büyüklerimin aile planlaması yerine iş koşullarına eğilmesini, hiç olmazsa yağmur duasına falan çıkmasını talep ediyorum.
gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim...
                                             

Pazar, Haziran 13, 2010

oynatalım uğurcum(:

             içimde meksika dalgalanması var şuanda. ne eğlenceli bir geceydi ya... utanmasam timsah yürüşü yapıcam(: ya keşke biri beni gözetlese şöyle erman toroğlu falan olsa oynatalım-durduralım uğurcum dese. hareketleri beraber tartışsak falan. futboldan anlamam bu arada ama gündemi takip ederim(: buarada futbollla en yakın diyaloğum ilk platonik aşkım nedeniyleydi. o zamanlar 6. yada 7. sınıftım geçmiş zaman anımsamıyorum şimdi tam olarak zamanı. çocuk benden büyük, hakkında bilidiğim iki şey var; bir beşiktaşlı, iki ayna diye bir grup vardı hani güneş gözlüğüyle dolaşan onu dinlerdi. müzikte frekans ayarının yapılamıycağını farkettiğimden ben futbola sardım. peder beyle her tür maç izliyorum. taç ofside inside falan; lig fikstürü çarpım tablosundan daha çok ezberimde düşünün. dersime çalışıyorum yani(: ayrıca o öyle diye bjk li olmadım birde. tarzımı korudum yani. neyse ergenlik işte hormonlar ilk çalışınca anlamıyorsun, tuhaf davranışlar sergiliyorsun. bir kaç ay sonra özümü buldum. futbol falan tövbe. izleyen izlesin, seven sevsin ama bana sevdirmeye çalışmasın. zaten çocuklada selamı sabahı kestim sonradan. o eğlenmiştir, bende bir şeyler öğrendim herkes karlı çıktı(: o gün bugündür kendim gibiyim. bu gece içimde böyle bir hareket yaşatanda bu olayın tersini yaşamış olmam. örneğim konudan çok bağımsız değil yani(:
          bu gece yıllar sonra ortaokula döndüm. ancak durum artık yaş itibariyle tiraji komikti. karşımdaki zat bana karşı, benim değerli platonik aşkıma duyduğum ruhani bağa sahip değil. ben ki öncesinde o çocuğu ilk gördüğümde dünyam aydınlanmış, araştırma yapmış irtibat kurma aşamasına gelmiştim. ancak durum böyle bir durum değildi. trajikti çünkü bu beyfendinin kendini anlatabilmek gibi bir hali yok. yani tamam konuşamayabilirsin ama madem öyle bir hal var bil kendini çıkma sahaya. yok yine de yapcam diyorsan bari sorunu kabul et, taktik geliştir. durumdan zaten haberdardım ama bu kadar komik olabileceği aklıma gelmemişti. insan belli bir yere kadar sabırlı ve anlayışlı oluyor zira. eh anlayışlı ve sabırlıyım ama tahammüllü değilimdir. bir yerden sonra bende zaten ciddiye alamadığım bir konuda daha bir ciddiyetsizleştim. ama onun yararınaydı herşey aslında, gerçekten. yani konuşssun diye azcık geyik yaptım mesela. sonra kendini bu kasınca daha bir kastım onu bu da hoff desin kendine gelsin diyeydi. bu duruma yol açan sevgili arkadaşım ise yani ortam kurucu halinden memnun taraftar toplamış, tribün oluşturmuş. takımları tanıyor tabi(:  taraftar ise maçı izliyor arada tanımayan taraftar maç sonunda çoştu, çoşturdu. ben tribünlere oynadım zaten son anda birde(: karşı takım ne düşünüyor bilemem, umrumda da değil zaten. kendini düşünmeye çok daha önceden başlamalıydı bence(: atlatır. benzerlerini yaşadığna eminim. neyse kendimi dururup bu yazıya son veriyorum. malum kendimi bilmeli insan değil mi (:
esenlikler...

Cumartesi, Haziran 12, 2010

komşu komşu hu!

      az önce üst komşumun çığırtkan nidalarını işittim. tabi o kadar bağırınca acaba bana mı sesleniyor diye üstüme alındım. malum insanoğlu üşengeç hele bizim halkımız pek sever camdan kapıdan bağırmayı. AANnE bana anahtarı att!! Ayşee sen de tuz var mı!! gibi gibi... anahtarı değil koltukları atasım geliyor o çocuğun kafasına ya... bizim halkımız deyince küçümseme sanılmasın canım, yabancıları bilmiyorum sadece. tamam devir teknoloji devri falan ama komşum çok teknolojik olmayabilir diye düşündüm. zil den haberi var gerçi, daha önce kullanmışlığı var, biliyorum. neyse kıstım müziğin sesini kulak verdim. o an farkettim ki bir aile tarışmasına dahil oldum. hemen edebimi takındım müziği yeniden açtım dersem yalan. merak bu öyle bastırılmıyor. bir kere girdim konuya. insan ailesiyle de evinde bile rahat tartışamıyor canım!
        sevgili komşum ailenin direği, en fazla 14 yaşında olan kızına nutuk atıyor. konu ne? zor değil canım eğitim öğretim hayatı. (buarada komşumun sesi oldukça tok bu nedenle normal bir diyalog da bile beni germe özelliğine sahip.bağırması daha bir iç bunaltıcıymış.) konuşmanın bir kısmına kulak kabarttım diyaloglar birbirini tekrarlayınca vazgeçtim. ama dinlediğim kısımda ben sana şu kadar para saydım dersane vs için demesi beni düşündürdü. o an şunu anladım ki hani tohumuna para mı verdim derler, gerçekten varmış o. iyi mahsül için çok para lazımmış. bugünde birşey öğrendim, bilginin nerden geliceği hiç belli olmuyor canım. ansızın düşüyor arada önümüze... araya validenin giripte ben o kadar fedakarlık yaparken çocuklarım benim için hayatından vazgeçmiyor deyişi hele beni benden aldı. duygu sömürüsü ve para en etkin silah. küçükten ver işle sen çocuğa sonra millet demogoji yapıyor, yok efendim parayla insanlar sindiriliyor falan filan. bugünün küçükleri; yarının büyükleri... bunları duyunca daha bir celallendim tabi. hemen koşup, basıp zillerine hadlerini bildircektim ki vazgeçtim(: malum aile içi tartışmalara girmemeli dedim. gerçi bu tartışmadan çok aile içi şiddete giriyor bence ya neyse...
         komşum hala bağırıyor bu arada acaba durmadan ne kadar konuşabilir? kimsede cevap vermiyor ki! sanırım haklı diye susulmuyor, bence ailenin direğinin susması bekleniyor. ben evi inletiyorum bu arada müzikle artık. kolonlarda dayanamayıp müziğe eşlik etcek biraz daha açarsam. arada müziği kısıp sokaktan eşlik eden var mı diye de merak ediyorum(: haydi gençler eller havaya, oturmaya mı geldik! neyse acelem var...
esenlikler dilerim(:

Perşembe, Haziran 10, 2010

dostum Kronos!

            ey Kronos!!! sen ne sadist bir varlıksın. kendi çocuklarına da yapmışsın yapacağını ya zaten ama saygım büyük sana, hörmette kusur etmem. anlamıyorum tabi seni o ayrı... tuhaf bir şeysin Kronos sen. neden biliyor musun hemen söyliyim; bir kere uymuyor öğretilen hiç bir şey senin öğrettiklerine, sonra kaçış yok senden ve en önemlisi sığmıyorsun ifade edilen hiç bir şekle. ne tekrar ediyorsun ne etmiyorsun... in misin cin misin dost musun düşman mısın anlamadım yani. varlığını inkar etmek güç ama inanmak her daim o zor. geçmişten kendi alamadığın derslerini korkularını ibret olsun diye insanlığa yaşatman bence çok kötü bir davranış. ben çektim nasılmış sizde çekin demen hoş değil yani. neyse sen yapıyorsun yapıcağnı nasılsa...

            Kronos etkisini hissettiriyor her daim bende. bunu anladığımda korkuttum önce, sonra saygı duydum. korkup saygı duyan olmadım. korkunca kaçılır, uzak durulur bence. sonra kerametini anladım ve önünde eğildim. inkar etmedim seni ama anlamak zor iş gerçekten. derdin ne Kronos tam bilmiyorum, geçmişi pişirip pişirip önüme koyuyorsun. eski tatları özlediğimi mi düşünüyorsun yoksa şu anki halime mi şükretmemi amaçlıyorsun tam kestiremedim. sanırım ikisi de... seneler önce kapanmış bir defteri açmanın alemi ne anlamadım. egom mu yükselmeli, benim değerimi mi anladı demeliyim onu da anlamadım. geçmişte nerdeydi ki? asıl soru bu bence. durun! iç sesim konuştu; belki geçmişte değil şuanki halini istiyordur dedi. iç ses Kronos olabilir mi? olmasın, gayipten ses duymak istemiyorum. Kronos üzgünüm ama bu konudaki mesajların gerekli yerlere ulaşmadı bende. geçmişe bir artı koydum ben o kadar. buda olabilirmiş dedim. adım atmıyorum kapatınca ben, ne yeniden isteği ne intikam ateşi. geliyor işi olan nasıl olsa... bugün yine bugün anlıyacağın. sevmiyorum kapanmamış hesapları, çıkıyor bir şekilde zaten hep de bir şekil çıkıyor... ben kapatmışım ya mesele bitmiş benim için. neyse ne diyim hikmetinden sual olmaz Kronos güldük eğlendik sağ olasın. gıyabında yeterince konuştum, gazabına uğramak istemem(:

Salı, Haziran 08, 2010

                                           
                bu yazı tamamiyle şahsi bir geçmiş değerlendirmesi olucaktır bu nedenle ilgi duymayanların bu satırdan sonrasını okumamaları tavsiye edilir... (spolier)    

                 Efenim bugün benim doğum günüm-dü. yuh ne megolamansın tebrik mi bekliyorsun vs vs demeyin. tebrik beklemiyorum. doğum günlerim hep entresan geçer benim. lakin yine de severim. mesela bu doğum günümde gittim karakola ifade verdim. polis nihat ifade sırsaında çok rahattı, bende öyle olayım dedim. polisleri pek sevmem ama neyse... tutanağı saklamayı düşünüyorum. telaşa mahal yok, iş içindi. kimse hakkımda suç duyurunda bulunmadı. çoğu zaman yaşamaktan başka bir suçum yoktu zira... sonra bir kaç yıl önce kimliğimi kaybettiğim için yine doğum günümde gittim gazeteye ilan verdim. evet, o gazeteyide saklıyorum. hatta o gün tebrik vs için bir arkadaşım aramıştı, tebrik faslından sonra napıyorsun dedi, gazeteye ilan verdim dedim ne ilanı deyince utandım söylemedim, doğum günümü kutlayanlara teşekkür ettim dedim. o hala bu ilan işini şaka sanır... ne bahtsızsın dediğinizi duyar gibiyim(: bunlar ilginç tecrübeler tabi. ama hep böyle enterasanlıklar olmuyor...
                kendimi bildim bileli yani son 7 yıldır demeliyim. ondan öncesi biraz silik ve çok hatırlancak bir şey yok. ilk platonik, çocukluk aşkım vs vs hatırlamayı sevdiğim nadir hatıralar. belki değinirim bir ara... gerisi büyüklerimiz bir hedef gözterdi ben koştum desek yeridir. anadolu lisesi öss vs. şimdi hepsinin başka adları var. ad değişir işkence baki kalır... özetle çoğunluğa uydum demeli yani. sürüden ayrılmadım malum kurt kapabilirdi. herneyse bu sınavları başarılı bir şekilde atlattım. çünkü sınavların sonrasında bana çok büyük bir gelecek vaat edilmişti. bir yat bir kat son model bir araba yaşı ilerlesede her daim taş olacak ne kelleşcek ne türk kasına merak salacak olan bir eş değildi vaatler.- o yaşta da bunlara kanmazdım- büyüklerimin yalancısıyım... sanırım hayatımda dünyaya ilişkin ilk sağlam küfürlerimi o zaman sıraladım. hayır, kötü bir yer kazanmadım. sadece bir üni.yi kazan hele ..... yarım kalan cümlesinin bana farklı şeyler getireciğine inandırılmıştım. sanki bir sihirli değnek elime verilecekti ve ben o zamana dek ertelediklerime ulaşaktım. böyle değilmiş, özgürlük emek istermiş. istanbul a geldiğim ilk 3 ay dünyaya küfür ettim. sonra madem hayat vs büyükler yalancı bende yalan söylerim dedim. oyunları kuralına göre oynamaya başladım. şartlara alıştım, masum ifademi bir yerlere sakladım. ve her doğum günümde kendime bir şeyler kanıtladım. kendime bol bol pahalı hediyeler aldım(: oyunlardan sıkılmamak, içimdeki çocuğu büyütmemek için... 
          alabildiğine risk aldım hayatta. önce insanlara güvenerek risk aldım. kimi zaman kaybettim. hem güvendiklerimi hem kendimden bişeyleri kaybettim ama en çok zamanı kaybettim sanırım. masadan zamanında kalkmasını bilemedim. aslında çok masal falanda okumazdım. nerden geldi şovalye ruhu bilmiyorum... ya hep ya hiççi olmak akıl karı değilmiş, anladım. güvenin nasıl bir riziko olduğunu görünce bu kez kumar oynamaya karar verdim. bilinen kumar değil; hayatım üstüne... rus ruleti falan filan demiycem canımı sokakta bulmadım efendim! şöyleki somut şeylere yöneldim kişiler yerine ve elimde ne var ne yoksa döktüm ortaya... belki tamamı yaşayamadım bazı şeylerin ama kazandım yinede..  denemeyince kazanılmaycak şeylerdi hepside... parmak izimin neye benzediğini öğrendim. bir şeyleri duymak yerine ya da görmek bizzat hissettim. biraz sancılı hafif acılı içine biraz umut serp ha yap ortaya bir karışık aga işte, yorma... en önemlisi hem büyüyüp hem küçüldüğümü öğrendim hayat korkunç bir ironi idi artık. dan dan dan !!!  riske atılmadan gerçek kazanımlar elde edilmiyordu. daha da kötüsü risksiz elde eilen şeyde hep bir çürük çarık arar olmuştum. hayır, mazoşişt değilim. ve günün 364 günü kazandıklarımı kendime sergiledim. o bir günde. neyi istediğinizi genellikle en iyi siz biliyordunuz bu nedenle en iyi hediyeyi hep kendime almıştım ben(: devir değişti ee tabi Çelik te değişti,  Çelikten de daha çok değişen kimdi... yaşananların gösterimi bir güne sığmaz oldu. karakterimdeki parçaları bulur gibi olmuş, sağa-sola, aşağı-yukarı, olmadı kesip biçerekten bir konsepte uydurmuştum kendimi. ortaya çıkan sonuç beni memnun etti. artık bir ben vardım ben den içeri benden öte benden ziyade(: yani artık şunu anlamıştım ki yaşananlar insana fena halde yapışıyormuş, hatıralar japon yapıştırıcısından beter bir şeymiş. helede benim gibi abuk subuk şeyleri anımsayan biri için.... artık korkmuyorum eskisi kadar zamandan yani müjde buydu! (devamını okumayabilirsiniz ama ben kendimi yazmaktan alıkoyamıyorum) zamandan korkum kırışıklık ve beyaz saçlar değil. tamam hoş değil bu durumlar. kabul edesi gelmiyor insanın ama elden ne gelir... ben bir yerde durmaktan, öğrendiklerimi unutmaktan hani şu konuşanlar var ya zamanında ben şöyleydim vs vs diyenlerden olmak istemiyordum. çünkü onları dinledikçe ee şimdi??? sorusu aklıma gelip dururdu. ama anladım ki ben yürümeyi sevmişim, bunu sevdiğimi hatırladıkça yürümeye devam edecekmişim...
               bu sene kendime bir şey kanıtlamadım. onun yerine bu halimi dostlarımla kutladım. bilen bilir bugün felaket bir yağmur vardı hele saat 8 civarında taksimde... ve benim nazlanma ya da vs unsur kullanmadan, yürüdüğüm yolda olan bana eşlik eden yoldaşlarım belediye okulları tatil ederken beni tatil etmediler. oldukça sulu bir topluluk olduk. ilk 5 dk doğum günü tebriği yerine küfür işittim. oysa oldukça haklı sebepleri vardı. bir duygu yumağı içindeydim, sanki yağmur yüklü bir buluttum ama biz bugün yeterince ıslanmış ve arınmıştık. bu tip hislere gerek yoktu. zaten ağlaya bilen biri değilim. bugün pzt idi, haftanın ilk günün rehabeti fenadır. sonra ıslanmak hoş bir şey değildir, ıslak oturmak hiç değildir. ben öyle hatır için çiğ tavuk yenir iddiasında da değilim, pişmişi varken ne gerek var çiğe derim. nazlı değilimdir ama şovalye ruhumuda kaybettim denebilir. özetle gelmeseler herhangi bir alınganlık sergilemezdim. souçta doğmuştum ve üstünden bir hayli yıl geçmişti yani kutalama beklenebilirdi. ordaydık. hayatımın as ları ve ben(: amaca ulaştık toplanabilirmiyiz diye merak ediyorduk toplanıyomşuz dağılın ulen demedik. bayada sefa sürdük(: bu sene daha bir farklı oldu yani. tam bir etkinlikti ama sık yapmamalı.

 bu arada konuştuk anlaştık, bu yaşı sevdik bi süre kullanalım diyoruz 1 yıl kesmez(:

burdan hayatımın eğitim öğretim hayatımın tamamını kapsamayı başarabilen C ye(:
C nin sevgilisi olup, hayatımın kısa yolu olan S ye
E&H ikisine hayatımın güzel insanlarına, içince daha bir güzel oluyorlar(:
Ö,B,Z,A ve E ye... benim ruh halime benden daha önem verip aklı melekelerimi kullanmakta yarar sağladıkları için, ayrıca çocukluk düşümü bugün itibariyle elime tutuşturdukları için
H ye her zamnki varlığı için,
F ye her daim ben gibi ipe sapa gelmez birini sevip anladığı için, hayatımda tanıdığım en düzgün adamdır...
İ, D ve S var birde gönül dostlarım... vs vs...
ve ağır toplar 
I her daim beni çekme sabrı gösterebildiği, yılların lezzet kattığı bir dostluğu bana yaşattığı için 
B ye benim daim yanımda olan ve erkek olsam nasıl olurdum sorusunun bana cevabını verdiği için
son olarak A ya , bana ufaklığımı anımsatıp , hayatına dair yaptığım istikarlı bir şekilde tutan beyanlarıma karşılık benden kaçmadığı için...



ve bu gecenin yapımında emeği geçen annem ve babama teşekükür ederim....

eylemlerim azimle devam edecektir...

Not: çakırkeyif ve baş ağrısı pek olumlu bir karışım değil. Birol abi sür şu % 0 alkol tam kafa üzürünü de baş ağrısını aradan çıkaralım....         

Salı, Haziran 01, 2010

One Minüt Beyler Bayanlar...

                size bir sır vereyim; düşünebiliyorum. hatta bu yetimi konuşmadan önce yapıyorum(: tanrım ben insan olmamalıyım. hem düşün, hem düşünerek konuş... vay be! başımla ilgili algım şaç rengimden, canım saçlarımın dalgalı mı yoksa düz mü olmalı kaygısından fazla. hayır, sarışın değilim. sanılanın aksine sarışınlarla ilgili bir çekememezliğimde yok ama benzetmeyi severim. mesela benim ülkem arada sarışınlık yapıyor. bakın mütevaziyim de, arada dedim. ama mükkemmel olduğum iddiasında bulunmıycam korkmayın. hayattan beklentim hep fazla neyseki öyle hemen oldum vs vs diyenlerden değilim.
             dünden beri seyre bakıyorum. malum dünkü olaylar halkımı vatan millet sakarya aşıkıyla doldurdu. hemen öfkeli nidalar göğe ulaştı. evet, yapılan çok büyük bir insanlık suçu. ama canım milenyum yıllarında elini kolunu sallaya sallaya yapılan bu saldırı için hangi ülke nasıl bir rahatlıkta olur? ona bu güveni veren nedir? şimdi biraz soru sormaca oynayalım. cevapları siz bulun. kusura bakmayın o kadar iyi niyetli, yardım sever değilim ben. uğraşmadan elde edince zaten kalıcı olmuyor, bir kulaktan dediğim ötekinden çıkı veriyor. boşa yorulmak istemem. hiç tarzım değil... ben iyi öğrenci, kötü hocayımdır en baştan söyleyim.
               neyse sorulara dönelim. ha ne demiştik? teknoloji çağında bu eylem nasıl bir rahatlıkla her gün yapar gibi yapılır? upss..! zaten her gün yapıyolar değil mi? sonra saldırı oldu tamam saldıran adamlar (adam diyorum dikkatinizi çekeyim, çoğu yerde olduğu gibi köpek vs ya da sana köpekte denmez köpeklere hakaret gibi gibi ucuz hitap yollarını kullanmıyorum. zaten bir an önce insanlığın yapabilceği kötülükleri kabul etsek daha gerçekçi olur bence.) nerde yetişti? a-ha aynı havayı solumuşuz, aynı karasuralarında bulunmuşuz lan. sonra saldırı amacı ne mesela? ya da canım ülkemin sevgili bizden büyüklerinin tavrı? maden kazalarına kader diyenler elbette bu konuda şahane cevaplar vericektir değil mi? bu kadar soru yeter. cevapları bulursanız ya da cevabımsı bir şey , lütfen beni rahatsız etmeyin. ben buldum cevapları...
             dünden beri etrafıma büyüyen gözlerimle bakıyorum. gözlerim büyüdü çünkü hayret içindeyim. tamam canım bende bu vatanın evladıyım alışkınım vatanımın sarışın ruh hallerine. ama yine de tepki mi engelleyemedim. çoğul bir düşünce eyleminde bulunuyoruz ya, tabi hayrete düşerim. mesela ardı ardına gelen ırkçı tepkiler var. düşün ki HİTLER in yazılı beyanlarına ulaşılmış her elden paylaşılıyor. geçmişte okunup okunmadığı merak uyandırıyor tabi birde. vahiy gibi herkes biliverir oldu. o beyanlarda neler var neler... tüylerim dile geldi ayakta protesto etti valla. bildiğin insanlığın yüz karası faşişt darbeler savunuluyor. halbuki Almanya da emekçilere yapılan, yine bu düşüncelerin uzantısı ırkçı saldırılar şuan bu beyanları paylaşan ellerin sahibi ağızlarca önceden düne benzer tepkilere neden oluyordu. sanırım artık olmaz. neo-nazileri anladık bu sayede. hatta üstelik hakta verdik baksanıza. içten içe tanıtıyoruz bu adamların düşünce şekli bu diye. bu bir çelişki midir??? bence hemde en babasından bir çelişki... sonra hemen bayrak fotoları gündemde. olup olmadık yerlerde önümüze çıkıyor, düşünüyorum öyleyse varım deniliyor. Rendekar bu lafınla insanlığın başına dert açtın ya... her yerde var olma çabası insanı şaşkına çeviriyor. ani tepkiler bu yüzden bölünüp işe yaramaz oluyor. milletim gazını böyle atıp sonraya bir şey kalmıyor. poff diye sönüveriyor insanlarım. ta ki bu tepkiden daha sert bir şey olana dek... aynı hareket aynı tepkiyi uyandırmıyor zira. bu nedenle alıştık ya biz düşünce suçlularına, yakılan kitaplara, şiddete siddetle karşılık vermeye... sonuçta bayrak piyasası yine hareketlendi dostlar. bir seçimler bir galyana gelen halk birde maçlar... bayrakların kullanım alanı belli bizde. ha bir de her yerde israil ürünlerin isimleri var. bunları kullanma diyor herkez. istenildiğinde yabancı ürünlerin kullanımı hemen farkedilip, o ürünler gayet çabuk tespit ediliyor. tamam küçükte olsa tepki vermek, işe yaradığnı hissetmek güzel. orda savaş olurken sen yatağının konforunun hazımsızlığını hissetmeden uyumana yardımcı olabilir. tepki ver ama anlık olmasa... ürünlere bakınız hele bir ne görceksiniz? size torpil hadi buraya kadar üşenmeden okuduğunuz için, teşekküre gerek yok adil biriyimdir(: o ürünler baya baya içimizde. bazılarının ikame ürünü yok hatta. neden çünkü benim canım ülkem üretimden yoksun. yabancı malları trend vs sebeplerle ithal etmek , diğer ülkelerin -şuan herhangi bir fiziksel saldırısı- olmadığından onları gönül rahatlığıyla kullanmak... aklınızdan geçen soruyu duyar gibiyim. bakalım tahminim doğru mu? evet bende o ürünlerden kullanıyorum çünkü bu sistem öyle bir yakana yapışmış ki kirlenmemek elde değil. bu cevap kaçış mı geliyor size. dön etrafına bak derim o zaman. yerli malı yurdun malı herkes onu kullanmalı tarzı kaç ürün bulucaksın. bildim mi? kendi ürünlermiz yok, üretim yok, kamu malları açık artırmalarda müzayede gibi satılmakta. hoş uzun zamandır kullanılmadığından ve kuruluşundan
bu yana güncellenmediğinden tarihi eser niteliğinde zaten.
                 sonuç olarak tepki duyun. lafım yok buna. olay tepki duyulmayacak gibi değil zaten. sadece bu tepkinin kısa süreliliğine ve şekline diyceğim var benim. yani tepki duy ama lütfen efenim rica edecem düşünme kabiliyetim ana haber bültenlerinde gözüne gözüne sokulanlardan olmasın. müdahalenin ilk etkisiyle şoka girip feryat figan bağırma ve bunuda düşünme ya da duyarlılık olarak algılama. siyasetin Olimpos gibi ulaşılmaz erişilmez bir yerde senden farklı üstün kişilerce yapıldığını düşünme. oy kullanarak vatandaşlık haklarının bittiğini düşünme. çok sevdiğim bir dostum ile zamanında konuştuğumuz üzere siyaset tam içinde. öyleki sokakta dilenen birine verceğin tepki siyasete bakış açını belirleyebiliyor. görmezden gelmen, bu hallere ben düşmen demen, ya da vicdan sızısıyla acıman. ne seni yoldan geçen her kişiden farklı kılar ne o insanı dilenmekten alı koyar... ve süresi saman alevi gibi veyahut aniden çakan ampul ışığı gibi olmasın. düşünce anlık bir dürtü değil alışkanlık olsun. düşünmeden konuşmak övünülcek bir şey değildir. tolere edilebilir. ama ben tolere ederken başkalarının aksine şu sebeple yapıyorum; anlık bir dürtüyle yaptığın düşünce eyleminin hamlığı olarak gördüğüm için, söz söylemekten korkma ki tepkilerin artsın, tarışmalara gir ki düşüncen üretime dönüşsün. özetle düşünmeyi teşvik etme amacı güdüyorum. ve bu sayede bir şeyin daha farkedilmesini umuyorum tepkilerin fiziksel şiddet içerikten uzaklaşmasını... iş o noktaya gelmeden yapılcak o kadar çok şey var ki ah bir farketsek, çok mu zor? kendi içimize dönsek ruhumuzu beynimizi düşüncelerimizi keşfetsek... fiziki görünümün, etin kemiğin ardına bakıp görünenden arınsak... zor biliyorum, yılların alışkanlığı birden bırakılmaz, hele birde düşünmeme öğütleniyorsa... ama zor da olsa ben istiyorum. ve inanıyorum ki değişim kutsaldır.


      düşüncelerin sık kullanılanlarınızda yer alması, düşünmenin alışkanlık yapması dileğimle...

Cumartesi, Mayıs 29, 2010

geçmişe yönelik analiz...

            ben karar verdim liseye dönmek istiyorum. evet, evet lise iyi.. neden derseniz lisede ki şeklimin pek bir hali vakti yerindeymiş. ekmek elden su gölden, ütü, yemek, çamaşır vs derdi yok. fatura mı bana ne? babam ödesin. hayat ufak entrikalarla dönüyor. başına gelebilcek en kötü şey nedir ki lisede... dost kazığı mı, aşk cefası mı, öss(şuara adı herneyse o sınavın) kaygısı mı? zamane gençleri ,ki artık 5 yılda bir jenerasyon  atlıyor, bu tip kaygılar içinde... ülke sorunlarından en haberdarı çoğunlukla yanlı düşüncelerde ya da karşındakini dinleyemiycek kadar deli-kanlı... eh ezberci sistemin formülcü çocuklarıyız biz. özeli genele indirgeriz. yani gençlere fatura kesmenin çokta alemi yok. emo tikky, o da insan değil mi? özene bezene kendi yolunu buluyorsun, yada hayatın labirentinde kayboluyorsun...
        lisede ne güzeldi. ders çalışıyorum deyip sıyrılıyordın her şeyden. ailenle istediğin kadar çatış kimse seni aç bırakmaz, ya da yine giyceklerin ütülüdür. bunada alternatif üretir gençler gerçi, ben kendi ütümü yaparım vs vs gibi. burdan o gence derdin ne diyorum? ilerde olucak zaten, şimdiden ne gerek var demeyi borç biliyorum. sonra tadından yenmez platonik aşk sohbetleri istiyorum mesela. ilk adım görsel olarak birini seçersin, ikinci adım hayali bir karakter yazarsın. dikkat ediniz genellikle tarif ederken esmer vs değil bilmem ne aktöre falan benzetilir arada bir de... sonrası dağ dağa küsmüş dağın haberi yok! ya da yaşı büyüklere sarılır, kendi akranların pek bir küçüktür. şu anda 18inde birine asılsam hoş olmaz tabi, benim için o dönem kapandı yani(: ama bayanlara yinede torpil geçiyorum bu konuda kadınlar daha bir erken olgunlaşıyor canım... o zamanlar mesela benim İ ve R vardı. R akranımdı. yıllar sonra gördüm tanımadım iyi mi? sorsam çok severdim o zamanlar. hey gidi hey... İ ise hocamın kardeşi, benden büyük. eh gördünüz mü büyük yaş konusunda tecrübe konuşuyor(: ama İ de ne oldu diye düşünmedim. acep bulup yıllar sonra açılsam mı(: aman neyse şimdi o günlere dönünce hatırladığım birini bugüne musallat etmenin ne gereği var ki...
      başka başka ha evet! tarif sırasında ki beyanlar süperdir söyle yakışıklı, ingiliz beyfendisi, italyan asıllı... ya çok biliyorsun italyanları, ingilizleri... hani bir türk dünyaya bedeldi ha? birde pek o dönemlerde rastlanmazda hali vakti yerinde, olgun vs vs derler. hali vakti yerinde diye düşünenlere çocuklara daha çıkmıyorsun milli piyango gibi bakmanın ne alemi var; olgunsa da yaf gençsin yap hataları duy heyecanı korkma, yüce mevlam ömür verirse sana olgunluğuda erceksin cevaplarını iletiyorum... ha aile meselesi var bir de mesela. oldu ki ailende ciddi sorunlar ki bu durum en yoran şeydir aslında o yaşlarda zaten dert etmeye herşeyi kendine meyillisindir. bir de hakiki sebeplerin varsa... dünya beni anlamıyorsun nidaları göklere ulaşır, lakin duyan olmaz. olabilir tabi, hayat bu herkeze güzel kartlar dağıtmıyor. lakin bu senin ömrün boyunca bu mazerete sığınma hakkını da vermiyor, bunu unutmamlı...  farz-ı misal kızın biriyle üniversitedeyken yaptığım bir sohbette. kıza x diyelim. bak bu da liseden kalma bilinmeyene x,y,z demek. ay duygulandım. neyse konuya döndük. örnekteydik...
X: bende resimle ilgileniyorum lakin annemler derslerime yoğunlaşmam gerektiğini söyleyip -hala- izin vermiyor
Ben: yaşın kaç hatun ?
X: 20
Ben: eh kendi kararını versen artık yetişkinsin. yüce devletimiz bile sana başına kim gelsin diye fikrini soruyor. böyle önemli konuda konuşuyorsan kendin için konuşmak zor olmasa her hal
X:  para
  -  eh burda haklı şimdi. sevgili ülkemde askeri ücretle üni. mezunu vs vs iken yaşamak minimalist bir hayatı öngörürken.  sevgili X baba bankın sporsorluğunu sürerken birde. sen tut çalış vs diycen. gereksiz... hala 5083 sayılı yasamızın her yerde en çok uygulanan yasa olduğunu düşünürsek konuyu uzatmanın alemi yok dedim. ama sanmayın ki bu konuya da cevap vermedim.
Ben: ailene sevgilin olsun başka şey olsun zilyon tane yalan söylemişsindir bunun içinde bir yalan bulsan nolur (bknz: yalana teşvik! ) 
X: ....
        X artık susma hakkını kullanmaya başlamıştı. sanırım kendi dünyasında hülyalara daldı. muhtemel düşüncelerinden biri ben yapamam VS gibi olamam o farklı gibi beyanlarla zannımca kendini telkin etmiştir. bunada kızamıyorum. yıllarca komşumuzun örnek evlatları ile yarıştırılan bir gençleriz ne de olsa. şahsım olarak ben o örnek evlatla hala tanışamadım, bir tanışsam ona örnekliycek çok şey bulucağımdan %1000 eminim! her kim farklı geliyorsa onunda bir adem ile havva çocuğu olduğunu X'in içe kapanması nedeniyle söyleyemedim. ne yazıkki empati telepati yapsamda zihin okuyamıyorum. çokta aramıyorum, kendi aklımı çözeyim yeter. beni bilenden çok -sosyal alanlarda- haddini bilene ihtiyaç var. 
    özetle benim lisenin dertsiz tasasız olduğuna dair laflarıma kanmıyorsanız, bu konuda illa önemli söz arıyorsanız hemen size sevgili büyüğümüz NİETSZCH^'nin ^^hayat sana ekşi limonlar sunarsa sende tekila ve tuz iste..^^ sözünü anımsatır, uzayan örneğimizi daha fazla sıkmadan sonlandırırım.
           eh madem küçülmek istiyorsun, ilkokula falan dön baride okula vb giderken yol kaygısından kurtul sınav derdin olmasın vs de denebilir. lakin sizi bilmem ama ben hayatımın ilk 15 yılını hayal meyal anımsıyorum. hafızam iyidir de buarada, birbirine benzeyen günlerde pek anımsancak bir şey yok yani... hem öss vs derken hayal kurmak daha da kolay. bir kere elinde rest var. aileye genelde bir tartışma sırasında gidecem ulen ben dersin. bu son söz ki ayağını denk al bir daha yüzümü zor görürsün demeye gelir.  zamanında bende söyledim, demek güzel oluyor. 
        yani -özetle, en sonunda,nihayetinde- lise iyi bence geriye dönüp yaşamak için tüm bu sebeplerden. ey liseli zamanın kıymeti bil desem. bana okkalı bir küfür dersin muhtemelen. bunlardan sonrada büyüğüne saygı duy len! sen portakalda vitaminken ben vardım bu dünya da deyip kaçmak olmaz sanırım...

velhasılıkelam;

ne demişler sevgili büyük büyük düşünürler...

Gençler düşünebilse, yaşlılar yapabilse...


not: büyük düşünürler iyi ki varsınız(: siz olmasanız atıf yapmak olsun, konuyu bağlamak olsun ne zor olacaktı kim bilir... toprağınız bol olsun, nur içinde yatın...

Çarşamba, Mayıs 26, 2010

söylemiştim! ne gıcık bir cümle değil mi?

         Yüzümde pis bir gülümseme var... Ben demiştim değil mi? burda da dedim... dünya yıkılsa arada umrumda olmuyor diye. Evet, evet dedim... Hadi bakalım, bir kaç çatırdı duyduk, hayrolsun(:
 Eh ne de olsa tarih değil, hatalar tekerrürden ibarettir. Yer gök şıçtın mavisi...

Ha bu arada 2 gündür hem sabah hem akşam olmak üzere devamlı miyavlayan sevgili zat, derdin neyse anlıycağmız dilden konuşsanda külahları değişmesek. devamlı olarak attığın o içten nidalar bir hayli rahatsız etmekte beni. sus artık... yoksa üşenmiycem inivericem aşağıya...

Perşembe, Mayıs 20, 2010

   bu ara rüyalara sardım yine... faili meçhul cinayetler gibi etkenlerini, nerden geldiğini anlamadığım rüyalar geceme ortak oluyor. ve her sabah uyandığımda bu da nerden çıktı diyorum. kabus değil hiç biri, kasvetli de değil. geçmişten görüntüler çoğunluğu. önemsiz hatırlamamı gerektircek bir değeri olmayan sıradan günleri görüyorum. oysa epeydir rüya görmüyordum. Güne dair, yakın zaman içerikli rüyalar olsa tamam ama nerden çıkıyor bu tozlandığını bile unuttuğum hatıralar? ben onları kayboldu biliyordum saklandıklarını değil... hayır derdin ne kabus değil bir şey değil demeyin. aksakallı dede nin mühim mesajlarını ya da acaip anlamlı şeyler beklemiyorum. uykumda rahat edem yani bari değil mi?bu kadar gerçekçi olunca uyandığımda bir afallıyorum. nerdeyim vs vs soruları dönüyor aklımda. eh zaten uyanmakta güçlük çeken, kimi kandırıyorum uyanmamaya çalışan biriyim haliyle sabah sabah geçmiş zamandan bu zamana dönmek hoş şey değil, arada yıllar oluyor yaf...
   her neyse hayrolsun demeli...

NOT: hayra yorulur diye bir site olsa acaip yorumlara yapsa ne para kırılır ha? insan oğlu genelde inanmaya meyilli zaten... 

Pazartesi, Mayıs 17, 2010

Düş ~~

uzun süre sonra seni ilk kez rüyamda gördüm. daha önce hiç görmemiştim. önce hatırlamadım rüyamı...  içim bir garipti ; buruk, mutsuz değildim. sonra hatırladım yavaş yavaş... konuşmayalı ne kadar oldu, seni görmeyeli... bilmiyorum. bilirsin çoğu yerde iyi olan hafızam, özel günleri kaydetmez(:  sonra Beşiktaş'a ne kadar az gittiğimi farkettim. banklara hiç oturmadığımı... sebebi fonda anılar anılar diye ve dolu gözlerle etrafa bakmak istememem değildi. gerçi bana ithaf ettiğin şarkıda anılar değildi... denk gelmedi demeli. gitsem vakit olursa aksine yad ederdim, hoş günlerdi. seni bilemem(:  
           sanırım herşey başlarken dediğimiz gibi oldu. bundan sonra bir şeye başlarken ne diyceğime dikkat edicem, arada tutuyor. neyse , kısa film gibi demiştik bu gece olanlar, acemi bir senaryo spontane olaylar... kısa filmin oyuncuları olduk. hayatamın en komik ililşki başlangıcıydı, biterkende öyleydi(: acısızdı. birini iyi tanımanın her zaman avantajı vardır ne de olsa,
sözlerimin sana ulaşacağını bilmek huzurluydu. sonra kızsamda sanırım en çok patavatsız oluşunu severdim. küt diye söylemeni. bana bela okumanı hatırladıkça hala gülüyorum(:  yalın ve nettin. ve net olman çok hoşuma gidiyordu benim. insan karşısındakine bela okuyacak kadar net olabilmesi tuhaf bir yakınlık... herkese tavsiye etmem. ve ayrılırken söylediklerini uzun süre sonra anlayabildim. ilk zaman çok üstünde durmadım itiraf ediyorum. ayrılma meselesi hep sıkıntı verir bana... zordur söylemesi ince bir ayar gerektirir. hem taş kalpli olmamalı hemde nazik olucam deyip çok bağ kurmamak gerekir. özetle yaşadık güzeldi, tadında kalsın demek hoştur. ama kaba kaçabilir açıkça söylenmemeli... yani aradan zaman geçip düşününce söylediklerine hak verdim. ama hepsine değil(: duygulanırken bile mantıklıyım galiba. belki duygularım mantığım oldu... bu kötü mü demek isterdim şimdi sorabilsem sana...
      kayıptan sonra ne farkeder ki kimin ayrıldığı? nasıl bittiği belki nedeni önem taşır sadece geriye bakınca. belki geç kalmıştık yaşanması için o kadar tanışıklığın ardından, belki erkendi daha geçirilmesi gereken günler vardı. her ne olursa olsun bana yaşaması bir şey öğretti. şuan düşünüp hatırladığım tek şey bu aslında. bu yüzden de rüya etkiledi sanırım beni. nasıl anlatmalı bilemiyorum. ama sanki bir gün önce çok eğlenirsin, yorulursun gülersin vs vs sonra o yorgunlukla süper bir uyku çekersin. sabah uyandığında huzurlu ve keyiflisindir. sanırım ben böyle hissettim. gün boyu içimde bu his olunca yazmak istedim o yüzden(:  
                    belki en çok sevdiğim değildin, ama özeldi. belkide bu yüzden sana kızıyorum. yaşadığımın bir düş olmasını, bana kalmasını isterken karşılaşmak yabancı bir ağızda hoşuma gitmiyor. her ne kadar o yabancı ağızlar bizim yakınlarımız olsada... düş gerçek oluyor başkalarından duyunca. sanki büyüsü bozuluyor. zaten ne gerek var ki anlatmaya tam anlamıyorum. sen de anlamazdın bu halimi. yaşanan güzelse sözlere tarife pek gerek duyulmuyor benim için sanırım. en azından ben öyle bakıyorum.
                     en sevdiğin şehirde, düşlerini bıraktığın yerdeyim hala. bıraktığın bir düşün değilim belki. öyle olmakta istemem zaten. kimsenin hayatından çıktıktan sonra yarım kalan biri olmak istemem. bugüne geçemeyen dünde kalsın derim hep kendim için, başkaları içinde ben öyle olmalıyım. ama ben biten ilişkileri geyiklerimle sitcom a döndürürken, sen bu şehirde bir düş, hikaye oldun benim için. bak ne güzel((:
                şimdi konuşçak bir şey olur mu desem yok olmaz, olmasın. kalsın böyle. konuşcak bir şey kesin bulurduk ve yine eğlenebilirdik ama geçmişi yad etmenin anlamı yok(: verdiğim defter var mı? verirken dediğim gibi karalıyormusun arada? kaybettin değil mi?? biliyordum((: bunlar cevabını aramadığım sorular aslında. kısa hikayede yazan sonun ardında kalanlar... biliyorum, o deftere yazdığım gibi olmıycak hiç birşey...pergel olamayız biz. Asaf'ın sözlerinden en uygunu mum alevi ile oynayan kedinin öyküsüdür sanırım bize. ama sığınmak güzel bir hayale bazen, bana kızma ama hayalin daha güzel. gerçekte gördüğüm bir düş olmanı istedim. ama seni tanıdıysam kızmazdın söylesemde sana bunu. insanları gördükçe derdik ya hani ellerindeki zamanı melankoliyle tüketiyorlar diye. seni anıcak olursamda -unutcağmı ikimizde biliyorduk(: - böyle anmamı isterdin sanırım...  emşnim ki ansan sende böyle anarsın beni. inan ki rüyayı tetikleyen bir şey olmadı(: böylece duymıycağın bir teşekkürü yolladım sana.
          teşekkür ederim dostum, hayatımdan çıkarken bana güzel düşler bıraktığın için... sevgilimden çok dostumdun zira... sana ne bıraktım, ya da bir şey bırakabildim mi bilinmez ama ben uzun zaman sonra ilk kez özledim seni. ben özlenmiycek adam mıyım deyişini bile...

Pazar, Mayıs 16, 2010

^^Gidiyorsun... Yavaş yavaş yürüyorsun... İçinde birşeyler var. Merak etme bahsetmeyeceğim... Bir elinde birktirdiklerin, diğer elin atsın diye...



Bu sefer dönme vakti! Ya ceplerine doldurdun ya da bir yerlere sakladın geçmişini... Geliyorsun... "Hoş geldin" diyor içinden bir ses... Diğeri daha ne yaptığının farkında değil !  ^^

     başkalarını bilmem ama ben yorgun olduğumda şöyle az biraz keyiflenmek istediğimde bir şarap eşliğinde üstadları anarım. ne melankoliğim ne neden burdayım derdindeyim. vefalı bir insanım sadece. şarap eşliğinde asaf ın mısraları ya da içtiğinden iki misli tesir eden can yücel. her biri sıkı adamlarmış vesselam, ruhları şad olsun(: yukardaki mısralarda öyle bir geceden kalan son sözler...
    

Cuma, Mayıs 14, 2010

içe eğilim, dışa bükülüm; özetle saçmalıyorum aldırmayın... kalıcı hasar vermiyor

             içimde bir sıkıntı var... nedenini biliyorum. yaklaşan zaman... evet, korkuyorum. sıkıldım artık çünkü ha gayret edesim yok. hep böyle oluyor ya zaten. azmedecek olsam korkmam, ama biliyorum o hissi, gözüm kararıyor aman deyiveriyorum. bu kez yapmak istemiyorum bunu. her geçen sene daha da zorlaşıyor çünkü. zorlanmaktan hoşlanırım, ama bu gerçekten fazla... bir yerde biri var sanki tüm insanlık için, bir kere tökezleyince insanoğlu hemen bakalım bunu yaşarsa ne yapacak diye istatistik tutan biri, bazen arkama sağıma soluma bakıyorum yakalasam fena benzetcem çünkü o istatikçiyi. ama o kişi yok, bu durum sadece herşeyin olumsuzunu daha bir farketmemden ya da görmezden gelemememden sanırım. bunları bilen zat olarak ben sanmayın ki yine aman çekmem... böyleyim işte istemeyince cukk olmuyor, kendimi huysuz katırlar gibi hissediyorum. gülmeyin ama öyle...

       derin bir nefes alıp başlıycaz bakalım. son tango olsa bari, adak falan mı adasam napsam(: son tango olasın emi (!)(!)(!)

         ha bir de iki cümle kursam çenemin yorulması var son bir kaç gündür. konuşmak istemiyorum kimseyle... son bir kaç zamandır olanlar beni, soru sormıycak sadece seyretcek şeylere yöneltti. evet dönem dost değil arkadaş zamanı benim için. beni anlıycak birini istemiyorum. korktuğumu anlayınca sarılcak ya da öyle bir bakacak ki içimdeki duvarları aşacak ve ben kendimi çıplak hissedicem. sonra ya ağlarım ya saçmalarım konudan uzaklaşayım diye. misal H den uzak olmalı ilk olarak(:  
 ~ H ye açıklama ~
senleyken kendimden kaçamam. gardım yok uzak tutmaya meseleden kendimi. sormıycaksın biliyorum, konuşmak istemeyince. ama sen değil miydin güldüğümde neden gülüyorsun deyip soran, verdiğim cevaba da yok sen buna bu kadar içten gülmezsin deyip tutturan. evet hacım haklıydın dediğime gülmüyordum durup dururken. gerçekten neye güldüğümü hatırlıyorum hala, ama sana verdiğim cevabı hatırlamıyorum(: güldüğüm şey seni kızdıracaktı, çünkü bana düşünmemi yasaklayamasan da konuşmamı yasakladığın bir şeydi. ya da yalnız kalmak için odama kaçınca yanıma gelip konuşmadan sadece bana bakan yine sendin. konuşsan git diycem. varlığına ses etmiyorum diye saatlerce bekledin ağzını açmadan hem de, ne inatsın ha!!! üstelesem trip atarsın, biliyorsun dayamadığımı. hedefe kilitlenmeye gör, sende ki iz sürümü amerikan uçaklarında yok valla... o gece benim çok etkilenince rüya gördüğümü bildiğin için sabaha kadar oturmuştun. dayanamayıp yatmaya giderken artık rüya görmezsin de mi diye sormuştun birde((: küçücük odam duman altıydı sayemizde(: güzel günlerdi. hala sık sık anıyorum. bahsetmediğim kadar hemde. cahil cesareti güzeldi be... bilgi lanetli...
     bunları anımsamak bile çok güzel itiraf ediyorum. farklıydık senle. ama hep destektin bir şekilde. son 7 yılda seni en az gördüğüm seneyi yaşadım ama yine vardın. beni azarlamak için çağırmanla olsun, yeni yeni takıldığın sanal alemde tacizlerin olsun, hep vardın. hep de ol zaten!!! ama büyüdüm artık ya. ne olur burnunu sokmasan arada nefessiz kalınca(: kızma. zaten okumayacan haberin yok kendimi böyle ifade ettiğimden. ama olur dek gelirsen bir gün, bil ki sana minnettarım. konu buralara geldi ama aklıma her geldiğinde sana teşekkür ederim biliyorsun. bana inanmayı öğrettiğin için... sadece bende arada birilerini korkutuyorum senin bana yaptığın gibi. sen korkup dostluktan anladığın yanında olmak her koşulda olduğu için inadına yaklaşırken, ben çekiliyorum nefes alma alanı tanıyorum karşımdakine... sanırım bunuda sende pekiştirdim. çocukluğumdan beri üstüme gelinmesinden haz etmem. iyi niyetli de olsa parlardım. ihtiyacım olan oydu ve ben bunu ihtiyacı keşfedince çevreme bunu vermeye özen gösterdim. her neyse konu bak nerelere geldi şok şok şok... H'ye itiraflar. ama iyi oldu başlarken içimden bile hoff çekerken şimdi yüzümde tebessüm dolanıyor(:
birini düşünürken gülümsemek güzel, birine bunları yapabilmek daha bir güzel((: beni dize getiren belkide tek insansın. acıtsa da direk söyliyecek kadar hem dürüst hem beni tanıyorsun. bahanelere gelemiyorum...

her neyse...

ey arkadaş!!!
özetle hadi gel kopalım, takılalım, gel bak yeni bir yer keşfettim kahve içelim diyorsanız anında gelirim(: bu durum kısa bir zaman daha sürer, sonra cuk gelmem çünkü yanık kokusu alıcam. aman desem de bir ihtimal, içimde huzursuzluk olucak ve ne yapsam kıpırdancam uykusu gelip eve gitmek isteyen huysuz çocuklar gibi...  
etrafı duman kokusu sarmadan çağrılara açığım, sonra sis sarcak göz gözü görmeycek...
her neyse 2(: yarın kendime gelirim, biraz rüzgar biraz deniz sabah yürüşüyle iyi gelir...

dumansız hava sahaları dilerim... ne demiştik silence is golden,
                                                                         my body is temple,
                                                                         canı cehenneme...parololarla uğraşamıycam.

Çarşamba, Mayıs 12, 2010

gemilerde talim var...


                   geçmişte devamlı hareket halinde olduğum için sabit duran yavaş hareket edenlerle konuşamazdım. tercihi değil, denk gelmiyorduk. bir parkta koşmaya çıktığınızı hayal edin, belli bir tempoda ilerlerken önünüzden koşup geçen yada sizle yakın koşan mı dikkatinizi çeker yoksa arkada kalan, bir bankta oturan insan mı?
ömüze bakıyoruz ne yaşarsak.

                ben artık yürüyorum. ve oturan insanlarında farkına varıyorum ve yavaş yürüyenlerin. bazen her koşan benden hızlı geliyor. koşanlar benden ilerde gibi... oturanlar ise merak uyandırıyor neden yarış dışı kaldı ya da naden havlu attı, neyi seyre daldı, neyi bekliyor, durduğu yer çok mu güzel? yani oturanları daha çok merak ediyorum. bu nedenlede geçen sene farkettiğim üzere sade olanla basit olanı karıştıyorum. koşmayı bildiğim için hareket edenleri anlamam daha kolay. hareketlerinden daha rahat anlıyorum. ama oturanlar... onun basit yada sade olduğunu bilmiyorum. küçük mü kalmak istiyor? büyümemek çok şey kapsamamak kendi seçimi mi? ya da büyüyebilceğinin farkında mı değil? belkide e şıkkı cevap; öyle bir yapısı yok, sadece çok naif.

         bazı gemilerin kaptanları bir liman arıyor. buldukları limana sığınıyor ve o çok meşhur lafın üzerine gemi batarken en son kaptan terk ediyor gemisini. hepimiz kendi hayatımızın kaptanıyız. kimimiz ilk limana demirliyor, kimi okyanusta kayboluyor, kimi demir almayı unutuyor olduğu yerde hareket ettiğine inanıp, karaya değil denize bakıp hayale dalıyor, kimi kaptan kaptan olduğundan habersiz kendini ko-pilot sanıp beyaz elbiseli kaptanını bekliyor gemisinde... benim gemim seyahat gemisi sanırım. ya karaya oturcam bir gün ya kurtarılamayacak kadar eskiycem, sahipsiz bir gemi olucam. bir liman özlemi çekiyor muyum? evet zaman zaman. konaklamayı isterdim.ancak keşfedilecek sahilleri düşünürken kendimi demir almış buluyorum. sanırım dünya turumu tamamlamalıyım ha?

ne demişler büyük büyük düşünürler her seçiş, bir kaybediş... seçtiğimden memnunum, elimde başka seçenek olmadığından değil. gitmek daha zor benim için, kalmaktan. kaldığında en kötü şartlarda iken bile ertesi gün ne yaşıycağnı biliyorsun. oysa giderken ihtimaller denizine yelken açıyorsun, yeni denizler okyanuslar keşfediyorsun... biliyorum biliyorum serseri ruhluyum vs vs... bir yanım arsız bir hırsız hayata karşı bana verdikleriyle yetinmeden yeni fırsatlar derdin de, diğer yanım sokak çalgısı olan bir çingene gibi başına buyruk, bir yanım ise salon leydisi gibi burnu havada alıştığı tatları kokuları arıyor... eh kolay bir karışım sayılmaz, beni anlayanı daha bir seviyorum bu nedenle ((:

finding neverland...

dün yazıyorum, diyorum ki kapatmalı bazı meseleleri, yolda devam etmeli bugün bir yıldız kayıyor sahneden işe bak... hayat kara mizah, kim ne derse desin tesadüf mü yok inanmam. herşeyin tesadüfü mü olur kardeşim(!) bir yıldız daha kaydı hayatımın sahnesinden, ışığı uzaktı görebiliyordum ama yolumuzu aydınlatamıyorduk. evet, kaybetmek ne yazıldığı gibi ne söylendiği gibi kolay ve ne de bütün. az az silincek duvardan, bir kare resimden, bir cümleden...  canım yanmadı, gelişini seziyordum. cümleye başlarken ha dedim tuttu. istediğim ihtimal bu değildi... sözlerim ağır gelicekti, sustum. ama onun istediği oymuş. hayırlı uğurlu ola. ona seçtiğin yolu biliyor musun dedim. biliyorum dedi. bende bilmekle yaşamak arasındaki farkı yaşarken mutlu ol dedim...

küçük kahramanları vardı onun, şirinler gibi, o varlığına inanırdı. bir yerde bir gün onlarla konuşcağını düşünürdü. en sevdiği film amelie idi.
ben sevimli bulurdum şirinleri ama varlar mı diye düşünmek aklıma bile gelmedi. benimse onu düşünce aklıma finding neverland geldi. sevdiklerim arasında olsa da o film, en sevdiklerimde saysam aklıma  gelmez.

özetle farklıydık, ama mavi ile kırmızı karıştırınca mor olur ya hani; biz karışamadık ve ben kırmızıydım...

Salı, Mayıs 11, 2010

Silence Is Golden

                şu ara en hissederek dinlediğim şarkılardan. yola çıkış şarkım bu sanırım(: geçmişte bir tanıdığım ökseye (öyle ökeseki kurtuluş payı oldukça düşük) takılmaya doğru giderken bir reklama takıldığı söylemişti. meşhur markanın reklamı her yerde iken  katılım sloganı bizimkinin hayatına yol vermiş. yemek yerken su içerken vs bu cümleyi tekrarlıyormuş. insanoğlu işte kendine herşeyden pay çıkarır(: unutmadan reklam sloganı ''İmpossible is nothing''  , markayı burdaki en önemsiz ayrıntı söylemiycem(: ve sonucu merak edenler ökseye takılmadı!!!
ee o zaman sözü uzatmadan garbage den geliyor((:




If I am silent then I am not real



Eğer sessizsem gerçek değilim



If I speak up then no one will hear



Eğer konuşursam kimse duymayacak



If I wear a mask there's somewhere to hide



Eğer maske takarsam saklanacak bir yer vardır



Silence is golden



Sükût altındır



I have been broken



Kırıldım



Safe in my own skin



Kendi bedenimde güvendeyim



So nobody wins



Bu yüzden kimse kazanmaz



If I raise my voice



Eğer sesimi yükseltirsem



Will someone get hurt?



Birileri zarar görecek mi?



And if I can't feel then I won't get touched



Ve eğer hissedemezsem etkilenmem



If no truths are spoken then no lies can hide



Eğer hiçbir gerçek konuşulmazsa hiçbir yalan saklanamaz



Did you hear me speak



Konuştuğumu duydunuz mu?



Do you understand



Anlıyor musunuz?



Did you hear my voice



Sesimi duydunuz mu?



Will you hold my hand?



Elimi tutacak mısınız?



Do you understand me?



Beni anlıyor musunuz?



Won't someone listen



Birileri dinlemeyecek mi?



Nobody gets in



Kimse içeri giremez



My body's a temple



Vücudum bir tapınaktır



But nothing is simple



Fakat hiçbir şey basit değil



Silence is golden



Sükût altındır



I have been broken



Kırıldım



Something was stolen



Bir şeyler çalındı

Safe in my own skin

Kendi bedenimde güvendeyim